YAŞADIĞIMIZ YERİ NE KADAR TANIYORUZ?
İlkokul sıralarından itibaren ne kadar güzel bir ülkede yaşadığımız, bulunduğumuz coğrafyanın hem tarihî hem de jeopolitik açıdan ne kadar önemli olduğu vs hepimize öğretiliyor. Dünyanın en verimli topraklarının bir kısmı bizim ülkemizde bulunuyor. Tarihin başlangıç noktalarından birçoğu yine bizim sınırlarımız içerisinde kalıyor.
Buraya kadar yazdıklarıma hiç kimse itiraz etmeyecektir, sanırım. İtiraz edilmeyecektir ama gerçek anlamda yaşadığımız ülkeyi, hatta ülkemizi de bir kenara bırakalım, yaşadığımız, ömrümüzü geçirdiğimiz kenti ne kadar tanıyoruz acaba?
Her gün ekmek peşinde bir koşturmaca içerisindeyken, hiçbir şeye yetişemez durumdayken bu gibi konuları çok büyük bir bölümümüzün umursamadığının farkındayım. Fakat yaşamın tadını hakkıyla alabilmek için, belki de gerçek anlamda mutlu olabilmek için çevremizi hakikaten tanımak yerinde olmaz mı? Sürekli geçtiğimiz yollar, çocuklarımızın oynadığı yeşil alanlar ya da satın alabilmek için onlarca yıl para biriktirdiğimiz yapılar bizim için hiçbir anlam ifade etmiyor mu?
Umursamama bir tarafa, değişim öylesine hızla gerçekleşiyor ki bazen ipin ucunu kaçırmamak pek de mümkün olmuyor ne yazık ki. Bir bakıyorsunuz daha birkaç gün önce geçtiğiniz sokaktaki binalar yıkılmış; yerlerine yeni apartmanlar dikmek için çalışmalara başlanmış bile. Yaşamınızın belirli bir döneminde sizde iz bırakmış birçok yapı böylelikle yok olup gidiyor. Ancak yine de tüm bunların kökeninde etkenlerden bir tanesinin geçmişe olan saygısızlığımız olduğunu düşünüyorum. Şimdi bu yazıyı okuyanların çoğunluğu da ‘sen ne anlatıyorsun’ diyecek. Onlar da haklıdır kendilerince. Ne de olsa çocukluklarından bu yana hiç kimse onlara bu gibi konularda eğitim vermedi. En azından umursayanlar, çocuklarına geçmişe saygı duymayı öğretmeliler. Belki birkaç nesil sonra böylelikle farklı noktalara gelmemiz mümkün olacaktır.