ŞİİRİ UNUTTUK MU?
Birkaç on yıl öncesine kadar çoğumuzun hayatının ortasında çeşitli şiirler yer alırdı. Gazetelerde şiirler yayınlanır; birçok insan bazı şiirleri bir şekilde ezbere bilirdi. Okullarda Türkçe ve edebiyat derslerinde şiirin ne kadar keyifli ve ciddi bir iş olduğu, kuralları, yazım şekilleri, türleri ve ünlü şairler öğretilirdi öğrencilere. Eğitimin bu yönü hâlâ devam ediyor fakat sistem öğrencilerin büyük bölümünü bu bilgilerden uzaklaştırmayı itinayla başardı. Artık sözelci olmayan öğrenciler, bu bilgilere hâkim olma gereği duymadan rahatlıkla mezun olup üniversiteye gidebiliyorlar.
Birçoğumuzun evinde şiir kitapları bulunurdu. Bunların çoğunluğu popüler metinlerdi elbette ve edebiyatçılar tarafından da küçümsenirlerdi. Ancak geldiğimiz noktada o küçümsenen metinlere, çok da hoş görülmeyen şairlere daha hasret kalır hale geldik. Günümüzde şiir dendiğinde sosyal medyada paylaşılan ve altında imzası görülen kişiyle çoğunlukla hiç ama hiç ilgisi olmayan metinler geliyor çoğunluğun aklına. Paylaşan aklıevvel metnin altına ünlü bir ismi yazdığı zaman her şey ne kadar da güzel oluveriyor. Altta ismi görünen merhumun kemikleri sızlasa da önemli olmuyor.
Sosyal medyanın ve muhtemelen daha birçok etkenin marifetiyle özellikle son yirmi, yirmi beş yılda şiiri büyük bir özenle hayatımızdan çıkardır. Oysa insanın ne olduğu, iç dünyasında neler yaşadığı ve hatta duyguların ne anlama geldiği gibi soruların tamamının cevapları, şiirlerde yatıyor. Edebiyatın her türü insanı anlatsa da en özlü ve en doğal şekilde içe işleyen ve içi anlatan şiir değil de nedir ki? Belki bu yazıyı okuyacak birkaç kişi, yeniden döner ve birkaç şiir okur. Böylece bu yazı da amacına yaklaşmış olur.