HIRS
Hepimiz zaman zaman hırsımıza yenik düşüyoruz. Daha fazlasını kazanmak, daha fazlasına sahip olmak için yaşamımızı feda ediyoruz. Bir tane daha olsun, biraz daha fazla kazanalım, gayrimenkullerimiz artsın, arazilerimiz daha da büyüsün diye kendimizi parçalıyoruz. İnsanız elbette, yaratılışımızın gereği olarak kolay kolay tatmin olmuyoruz. Hırsımıza yenik düşerken asıl olarak ne için yaşadığımızı, ne için var olduğumuzu sorgulamıyoruz; aklımıza bile gelmiyor.
Hep söylenen sözdür malum: Kefenin cebi yok! Bu dünyada elde ettiğimiz hiçbir şey bizimle gelmiyor. Çünkü aslında bunların hiçbirisi bize ait değil. Tüm dünya nüfusunun asgari yeme ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına ülkemizin yarısı kadar ya da örneğin Fransa’nın sahip olduğu kadar bir arazi yeterliyken en zenginler daha da zengin olmak, her şeye sahip olmak adına tüm dünyayı kendi oyun sahalarına çeviriyorlar. Bu davranış kalıbı aslında hepimizde mevcut. Dolayısıyla şu kişi veya şu isim değil buradaki hedefim. Birçoğumuz, elimizde imkân olduğu takdirde dünyanın en zenginleri diye sayılan ailelerin yaptıklarını yapmaktan geri kalmayız. Hatta belki daha da fazlasını yaparız.
Muhakkak ki ihtiyaçlarımız var; muhakkak ki yaşayabilmek adına sahip olmamız gerekenler var. Rahat bir yaşam sürebilmek hepimizin, tüm insanların en doğal hakkı. Fakat buna ulaşmak adına başkalarını incitmeye, başkalarının önüne geçmek için üstlerine basmaya, haklarını yemeye neden bu kadar meraklıyız? İnsan, düşündükleriyle ve vicdanıyla insandır işin aslına bakılırsa. Vicdanımızı bir kenara bıraktığımız andan itibaren bambaşka bir yaratık çıkar ortaya. Azim ve gayret gerekli elbette ama başkalarını yok edebilecek, başkalarına eziyete dönüşebilecek hırsı kendimizden uzak tutmamız, hatta o kavrama asla yaklaşmamamız yalnızca bizim için değil; tüm insanlık için en ideali olacaktır.