Oku ki ufkun açılsın
Yine o yaz tatillerinin, uzun ve sıcak günlerinde saat 3 ile 5 arası zorunlu öğle uykusundan sonra, haftada bir veya iki defa, 3 kardeş kitaplarımızı alıp evin önündeki beton kaldırıma serdiğimiz kilimin üzerine yayar ve okumaya başlardık. Sergilediğimiz onlarca kitap kısa süre sonra, teker teker sokağa çıkmaya başlayan çocukların ilgisini çekerdi. Onlar da kitaplar getirip bize katılırlardı. Her seferinde bir düzineden fazla çocuk kaldırıma oturup kitap okumaya başlardık.
Hemen üst tarafımızda oturma odamızın penceresi vardı. İlkokul öğretmeni olan annem, ki o bizi teşvik edendi, sık sık pencereden bize bakar ve bilmediğimiz sözcüklerin manalarını anlatır ve diğer sorularımıza cevap verirdi. Biz de, kendi aramızda o yaşlardaki çocukların olağan konularının dışında tartışmalar yaparken bulurduk kendimizi.
O okuma guruplarına katılan sokağımız çocuklarının hemen hepsi muhakeme edebilen, soru soran, cevap arayan, hak arayan bireyler olmakla kalmadılar; eğitime aşina öğrenciler olarak yüksek ve daha iyi eğitimler almayı başardılar. Önemli görevlere geldikleri gibi, emeğe saygılı insanlar olarak işçi ve sosyal haklar için örgütlü mücadelede de fedakârca yer aldılar.
***
Oyun Çocuğun Gelişmesini Sağlar
Her mevsimin koşullarına göre değişen oyunlarımız vardı bizim; kızlı erkekli, neşe içinde, çığlık çığlığa veya sessizce, tam konsantre oynadığımız oyunlar.
Örneğin yağmurlu günlerde betona kiremitle çizerek oynadığımız 3 taş, 9 taş ve 16 taşlı dama veya atıp tutarak oynadığımız 5 taş, dikdörtgen bir tahtaya çaktığımız çiviler arasından geçirerek oynadığımız 5 kuruşluk madeni paranın top olduğu futbol maçları…
Zamanla nişancılıkta ustalaşarak renkli bilyelerle hem kapalı hem açık havada değişik kurallarla oynadığımız bu oyunların, bizim el becerimizi, stratejik düşünme yetilerimizi artırdığını gözlemlerdik. Topaç döndürme, karton sigara kapaklarıyla oynadığımız kaydırak, çelik çomak, yağmurlu havanın ardından çamura çizilen daireye şiş saplayarak oynanan yer kapmaca oyunu, yine yere çizilerek oynanan sek sek oyunları.
Telden yaptığımız direksiyonlu, tekerlekli oyuncak arabaları azametle sürerken, süratle çember çeviren çocuklar yanımızdan gülerek geçerlerdi. Saklambaç gibi duvara yüzünü dönen bir ebenin olduğu, tıp denildiği zaman durulan bir oyunda 10’dan fazla çocuk yer alabilirdi, tıpkı “mendil kapmaca” veya “yakar top” ta olduğu gibi.
Ama bir gün oyunu büyüttük. Çıtır pıtır denen, bayram günlerinde satılan, üstüne taş vurup patlattığımız barutlu hapları bir çelik borunun içine yerleştirip ucuna demir bilye yerleştirerek bir çeşit silah haline getirdik. Fakat Peynirci Hüseyin amcanın peynir deposunun çürük kapısını hedef almamız babalarımıza pahalıya mal oldu. Fırlayan bilyeler eskimiş tahta kapıyı, hatta içerde keçi tulumlarını da delmiş, içinde mayalanan peynirlerin sularının boşalıp bozulmalarına sebep olmuştu. Ceza olarak harçlıklarımız kesildi, “silahlarımıza” el konuldu.
***
Yorumlar 2
Kalan Karakter: