Ali Rıza Aksoy'un Anılarıyla 1960'ların Turgutlu'suna Yolculuk (2)
GEÇTİĞİMİZ günlerde yayınlamaya başladığımız Ali Rıza Aksoy’un anılarının ikinci bölümünü sizlerle paylaşıyoruz:
Kuş Ormanı Ve Ar Çiçekleri
Gediz ile Kasaba arasındaki topraklarda ne eksen yetişir, ama genellikle üzüm bağları vardır. O bağlardan birini de Balkan Savaşı sonrası göç eden dedemlere vermişler. “Kuş Ormanı” denilen ve çeşit çeşit, rengârenk yüzlerce kuşun yuvalandığı, gökyüzünde cıvıl cıvıl uçuştuğu, yine yüzlerce sığırcık kuşunun rüzgârda siyah bir tül gibi savrulup dans ettiği bu mümbit mevkide 3 dönümlük, badem, nar, zeytin ve ayva ağaçlarıyla çevrili bu üzüm bağına baharın gelmesiyle birlikte, 10’lu yaşlarımda ben de anneannemle birlikte giderdim.
At arabalarının tren rayları gibi yol açtığı, kargı ve ağaçların gölgelediği bu tozlu yol bir saat kadar sürerdi.
Bağa gideceğimiz gün sabahın ilk ışıklarıyla kalkan Zahide Hanım önce arka bahçedeki çiçekleri sulardı. Onlarla tek tek konuşur, kimine övgüler yağdırırken, kimine de hâlâ çiçek açmadıkları veya boyunlarını büktükleri için hayıflanır, sitem ederdi.
Güneş yükselip su damlacıkları mercek görevi görüp yaprak ve çiçekleri yakmaya başlamadan önce sona eren bu sohbet sonrası anneannem, bağdan eşek sırtında getirilip uygun bir yerde biriktirilen çalılardan alıp ocağa yerleştirir, yakar ve halis zeytinyağı içinde kızarttığı patlıcan, biber ve domateslerle yolluk hazırlardı. Bağa varır varmaz, çıkını açar ve pişirdiklerini sofra bezinin üstüne özenle yerleştirirdi. Kendi eliyle yaptığı ev ekmeği ve yoğurt eşliğinde yediğimiz bu lezzetli yemeğin tadını asla unutamam. Sonra başlardık asmaların dibindeki yaban otlarını temizlemeye.
***
Ar Çiçekleri
İşte o gidişlerden birinde anneannem bana merak edip gösterdiğim, adını sorduğum, bağı çevreleyen, minik beyaz çiçekler açan, ince yapraklı en fazla 3 karış yükselen bir bitkiyi sevgiyle okşadı, “Ar çiçekleri” dedi ve neden ‘ar çiçekleri’ dendiğini anlatmaya başladı.
“ ‘Ar’ demek temiz demektir, dürüst, işin içine hile, hurda ya da pislik karışmamış anlamına da gelir” dedi anneannem. “Dikkatli bak şu minik bembeyaz çiçeklere” diye uyardı beni. Baktım, evet, beyaz mini mini çiçekler son sabah melteminde tatlı tatlı sallanıp selamlıyorlardı beni. Anneannem,“dedenler de yıllar önce dikkatle bakmışlar bu çiçeklere, duru beyazı görmüşler ve hemen karar vermişler binbir kuşun uçuştuğu, göklerinde leyleklerle kartalların savaşını izledikleri ‘Kuş Ormanı’ denilen bu bölgedeki, bu küçük ama verimli araziyi edinip, ekip biçmeye”.
“Çünkü eğer bu arazideki toprağa zararlı bir şeyler karışsaydı veya suyu yetersiz olsaydı, bu çiçeklerin ortasında kahverengi veya kara noktalar oluşurdu. Yani ar çiçeklerinden haber alırdı dedenler, oradaki toprakta bir arsızlık olduğuna dair bilgiyi. Bak aradan nerdeyse 50 yıl geçti ve biz hâlâ bu toprakları dikkatle ve saygıyla işleyip ürün alıyoruz, ar çiçekleri yanılmamış değil mi?” diye ekledi.
Ben bugüne kadar, ne zaman kasabada açık araziye gitsem, gözlerim ar çiçeklerini arar ve bakarım beyazlarına başka renk karışmış mı diye. Ne yazık ki bir 50 yıl daha geçtikten sonra arkadaşlarla gittiğimiz Gediz Nehri kıyısında, Kuş Ormanı’dan pek uzak olmayan, su kanallarına yakın bir büyük bağı çevreleyen ar çiçeklerinin saf beyaz olmadıklarını gördüm. Suni gübreleme, bilinçsiz ilaçlama ve sanayi artıklarının Gediz’e karışması sonucu olsa gerek orada toprak eskisi gibi değildi artık.
Bana bu bilgiyi anneannem verdi ve ben de nişanlı olduğumuz dönemde hikâye edip eşime anlattım ve onun gönlünü kazanmamda bana faydası oldu. Teşekkürler anneanneciğim, teşekkürler ar çiçekleri…
***
Eşşek nerde?
Unutmadığım başka bir hatıra ise, eşeğine çalı yükleyip bağdan gelmekte olan komşumuz Hüsmen ağaya oynadığımız bir oyundur.
Sıcak bir yaz gününün akşamı, Hüsmen ağa o gün çok yorgun, eşeğin ipi elinde, uyuklaya uyuklaya geliyor. Birimiz Hüsmen ağanın dikkatini çekerken, birimiz de eşeğin ipini boynundan çıkartıp piç Ahmet’in boynuna takıverdik. Eşek hayatından memnun, sokak başındaki çeşmenin yalağından su içmeye başlarken, biz giderek artan sayımızla, Hüsmen aga ve Ahmet önde biz peşlerinde, sokağımıza görkemli bir giriş yaptık.
Kahkahalar, çığlıklar, gürültüyü duyanlar sokağa çıkıyor, pencerelere üşüşüyor ve bu garip kafilenin Hüsmen ağanın evine doğru ağır ağır yürüyüşünü merakla ve hatta alkışlarla izliyordu. Nihayet eve vardık ve her zaman olduğu gibi Hüsmen ağa asasıyla kapıyı çaldı ve kapıyı açan Fadime ana şaşkınlıkla ipin ucundaki Ahmet’ten gözlerini ayıramayınca, Hüsmen ağa da geriye döndü, baktı, ipin ucundaki Ahmet’i gördü ve buna rağmen ona bir şey demeyip, tekrar Fadime anaya bakıp sordu:“Anaaa Fadime, Eşşek nerdee?” Fadime ana şaşkın, dışarı çıktı, suyunu içip rahatlayan ve ağır ağır gelen karakaçanı gördü “işte geliyor ya” dedi. Bunun üzerine Hüsmen ağa ipin ucundaki Ahmet’i gösterip “o zaman bu eşek kimin” demez mi! Tabi ki kahkahalar artarak devam etti.
***
Ali Rıza Aksoy kimdir?
3 Ağustos 1952’de Turgutlu’da doğmuşum. Öğretmen anne ve babanın ilk çocukları olarak dünyaya gelmişim. İlk, orta ve lise öğrenimimi anne ve babamın tayinleri dolayısıyla Bilecik, Salihli, Turgutlu ve Akhisar’da tamamladım. Ege Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nden 1974 yılında mezun olduktan sonra askerliğimi 1976’da İzmir’de tamamladım. 1977’de İngiltere’ye tahsil için gittiğim süre içinde gerçekleşen 12 Eylül 1980 askeri darbe sonrası, darbe karşıtı çalışmalar nedeniyle İngiltere’de yaşamak durumunda kalıp uzun yıllar ülkeme dönemedim. İngiltere’deki yaşamım süresince çeşitli ülkelerden gelmiş mülteci ve göçmenleri destekleyen kuruluşlarda uzun yıllar çalışıp onların hakları ve yaşam koşullarının iyileşmesi için organize mücadelelerine katkıda bulunmak için uğraştım.
Şubat 2023’te emekliye ayrıldım ama gönüllü olarak iyi insanların haklı mücadelelerine katkı vermeye devam ediyorum.
Yayına Hazırlayan: Mehmet Gökyayla
Fotoğraflar: Doğan Çizmeci Arşivi
Yorumlar 1
Kalan Karakter: