BİLİNMEYEN BİR YÖNÜ’
“Gündelik yaşantımızın hemen her anında olduğu gibi, tarihî olayların da pek çok yönü bulunmaktadır. Her ne kadar tarih derslerinde savaşların neden ve sonuçları ya da yapılan anlaşmaların maddeleri gibi genele dair anlatımlar mevcut olsa bile konu edilen zaman diliminde yaşananlar, hiç de o kadar basit ve tek yönlü değildir. Herhangi bir savaşın sonuçları, en azından bu savaşta çarpışan ve yaşananlardan etkilenen insanların sayısı kadar çok ve çeşitlidir. Dolayısıyla bugün olduğu gibi, geçmişte yaşanan olayları da hakkıyla anlamlandırabilmek adına mümkün olduğunca geniş perspektif ve çok açıdan bakmamız gerekmektedir. Tıpkı Yunan işgali dönemi ve Kurtuluş Savaşı sürecinde yaşananlar gibi…

Bir taraftan baktığımızda İzmir’in 15 Mayıs 1919’daki işgaliyle başlayıp yaklaşık üç buçuk yıl devam eden süreçte yaşananlar bellidir. Evet, gerçekten de genel resim ve bu görüntüdeki acılar çok açık ve bellidir ama bu genel resmin içerisinde bireylerin yaşadıkları arada unutulup gitmektedir. Oysa bireylerin hayatları, sıkıntıları ya da mutlulukları da tarihe dâhildir. Elbette anılan dönemde hayatta olan tüm nüfusun teker teker ele alınması ne pratiktir ne de mümkündür. Hal böyle olunca en azından bazı kişileri etkileyen ortak noktaları, benzer yaşanmışlıkları seçmek ve tarihçinin yapacağı bu seçme edimi üzerinden temkinli olmak kaydıyla genele dair yorumlar yapmak, çıkar yol gibi görünmektedir.
İşgal bölgesinde, anılan süreçteki uygulamalar, tüm toplumu ilgilendirmiştir elbette. İşgal edilen yerleşim yerlerinde geceleri sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş; Müslüman ahalinin ellerindeki silahlar toplanmıştır. Ayrıca tarımsal üretim amacıyla olsa bile yerleşim yerlerinden ayrılabilmek için işgal güçlerinden alınan izin tezkerelerinin ibraz edilmesi zorunlu tutulmuştur. Bu ve benzeri uygulamalar, belirttiğimiz üzere tüm toplumu etkilemiştir. Ayrıca birçok evde yapılan silah aramaları ya da çeşitli bahanelerle Müslüman ahaliye uygulanan baskı, eziyet ve işkencelerden küçümsenmeyecek sayıda insan etkilenmiştir. Örneğin işgal tarihi olan 29 Mayıs 1919’dan aynı yılın ağustos ayına kadar geçen yaklaşık üç ay içerisinde Turgutlu’da yaşananlardan ancak resmî olarak saptanabilenlerin derlendiği Yunan Kuva-yi İşgaliyesi ve Yerli Rum Ahali Tarafından İka Edilen Cürüm ve Cinayâtın Tahkik Edilebilen Bazı Aksamı[1] adlı resmî raporda yüzlerce Turgutlulunun başından geçenler, yapılan işkenceler, mümkün olduğunca detaylarıyla anlatılmaktadır.
Bunların yanında daha küçük ama yine de azımsanmaması gereken bir kitlenin hayatını doğrudan etkileyen olaylardan birisi de çoğu kamu çalışanının işten uzaklaştırılması ya da maaşlarını aylarca alamamış olmalarıdır. İşgal bölgelerinde yönetimin kimin eliyle yürütüleceği, yerel idarecilerin makamlarında kalıp kalmayacakları, kamu görevlilerinin işlerine devam edip etmeyecekleri gibi sorular, uzun süre cevap bulamamıştır ve bir anlamda hem Osmanlı Devleti’nin hem de işgalci Yunan birliklerinin görevlileri işbaşında olmuşlardır. Zira bu topraklar, resmiyette Osmanlı Devleti’nin bir parçası ancak pratikte Yunanistan’ın uzantısı gibi bir durumdadır. Sevr Anlaşması’nın imzalanmasından sonra ise artık doğrudan Yunan hükümetinin görevlileri işbaşına gelmeye başlamıştır. Örneğin 11 Ağustos 1920’de İzmir Yunan Yüksek Komiserliği Genel Sekreteri Petros Gunarakis vali vekili Ahmet Besim Bey’e “merkezi hükümetçe de uygun görüldüğü üzere memurlar birer protokol tanzimi ile idareyi müracaat edecek Yunan memurlarına devredecek, vazifeyi Yunan idaresi altında yerine getirecektir” yazılı telgrafı İzmir sancağının tüm kazalarına çektirmiştir.[2] Bu tarihten itibaren bilhassa yönetimsel anlamda önemli ve kritik olabilecek mevkilerin Yunan memurlarına devredildiği bir süreç başlayacaktır.
Tüm bu sürecin Turgutlu’da nasıl yaşandığını, kaymakamlık ve belediye başkanlığı gibi yerel yöneticilik makamlarına kimlerin geldiğini, kaynak olmamasından dolayı, şu an için bilemiyoruz. İşgalin son günlerinde Yunan birliklerinin çıkardıkları yangında Turgutlu Hükümet Konağı’nın ve dolayısıyla arşivlerin tamamen yanmış olması, o günleri bizler için birçok açıdan büyük ölçüde muğlâk hale getirmektedir. Ancak son dönemde karşımıza çıkan iki belge, işgal döneminde anılan uygulamalar doğrultusunda Turgutlu’da yaşananlara da birer örnek teşkil etmesi bakımında önem taşımaktadır. Bunlardan birincisi, babam Mehmet Tüzel Gökyayla’nın dedesi Mehmet Zincir’e, diğeri ise bir diğer akrabamız Mehmet Emin Onaran’a ait olan her iki belge de, emeklilik işlemleri için bizzat bu kişiler tarafından hazırlanan hizmet cetvelleridir.

1292 (M: 1875) yılında doğan Mehmet Zincir, Fatih Medresesi mezunu bir öğretmendir. Turgutlu’da Osmanlı Devleti döneminde Koza Pazarı İlk Mektebi ve Raşit Efendi İlk Mektebi gibi okullarda öğretmenlik yapan Mehmet Zincir’in işgal öncesinde göreve başladığı son kurum, Kasaba Necm’ül Maarif İlk Mektebi olmuştur. Mehmet Zincir, bu okulda 1 Eylül 1325 (Miladi: 14 Eylül 1909) tarihinde göreve başlamıştır ve buradaki öğretmenlik görevine 16 Ağustos 1336 (Miladi: 16 Ağustos 1920) tarihine kadar 11 yıl boyunca devam etmiştir. Belgede “vazifesinden ayrılma sebebi” sütununda yazanlar, doğrudan konumuzu ilgilendirmektedir. Buna göre Mehmet Hoca, “Kasaba’nın Yunanlılar tarafından işgali dolayısıyla” görevinden ayrılmak durumunda kalmıştır. Elimizdeki hizmet cetvelinden anlaşıldığı kadarıyla Mehmet Zincir’in son resmî görevi de bu olmuştur ve bu tarihten sonra bir daha kamu hizmetinde çalışmamıştır.

Mehmet Emin Onaran ise 1316 (M: 1900) doğumludur. Mehmet Emin Bey, 6 Mayıs 1919’da Kasaba Vergi Dairesi Müfredat Kâtibi olarak vazifeye başlamış ve gençliğine rağmen çok kısa bir süre sonra, 1 Aralık 1919’da Kasaba Mal Müdürü Refikliğine yani müdür yardımcılığına terfi etmiştir. Ancak bu görevde de uzun süre kalması mümkün olmamıştır. 12 Ekim 1920 tarihinde Yunan hükümeti tarafından Mehmet Emin Bey’e bu görevinden el çektirilmiştir. Hizmet cetvelinin bu kısmında açıklama olarak şu ifade mevcuttur: “Yunanlıların işgali üzerine vazifeden ayrıldığım 12/8/336 tarihinden 11/11/338 tarihine kadar Yunan işgali yüzünden açıkta kaldığım müddete tam maaş nısıf fevkalade 1200 kuruş üzerinden açık maaşlarımı Yunanlıların çekilmesinde istirdadı müteakip 1339 senesinde aldım.” Notta da belirtildiği üzere Mehmet Emin Bey, iki yıldan bir uzun süre boyunca, memuriyetinden Yunanlılar tarafından açığa alındığı için işsiz kalmış; ancak kurtuluşun ardından bu döneme dair olan alacaklarını yarımşar maaş üzerinden yeni Türk hükümetinden almıştır.
Elimizdeki her iki örnek de Sevr Anlaşması’nın hemen sonrasında işsiz kalan kamu görevlilerine aittir. Mehmet Zincir ve Mehmet Emin Onaran ile aileleri, bu süreçte işgali, tüm olumsuzluklarının yanında ekonomik sıkıntılarla birlikte yaşamışlardır. Kurtuluşun ardından ise Türk hükümetinin işgal bölgesinde bu tür sıkıntı yaşayan memurların zararlarını tazmin etme gayretinde olduğu görülmektedir. Belirttiğimiz üzere Mehmet Zincir, o tarihten sonra bir daha kamu hizmetinde bulunmamış; sahibi olduğu bir miktar arazide çiftçilik yaparak hayatını sürdürmüştür. Mehmet Emin Bey ise sonraki dönemde T. C. Ziraat Bankası Salihli Ajansı Müdürü olarak karşımıza çıkacaktır. Yazının başlangıcında da ifade etmeye çalıştığımız üzere, siyasî tarih anlatıları, belirli dönemlerin genel görünümlerini aktarmaktadır ancak o günleri yaşayan insanların her birisi, başlı başına kendi cefasını çekmekte; sıkıntısını, üzüntüsünü yaşamaktadır. İşte andığımız her iki merhum da bunların arasında yer almaktadır.”
Hasan Deniz Çizmeci
Yorumlar
Kalan Karakter: