Dünya Ormancılık Günü ve Çaldağı
1976 yılından beri 21 Mart'ta "Dünya Ormancılık Günü" kutlanmaktadır ve bu faaliyet bir haftaya yayılmaktadır. Bu yazı, katledilen yeşil örtülerin önemine vurgu yapmak üzere hazırlanmıştır; ve Turgutlu'nun Çaldağı'ndaki yıkımın önü alınmaz zararlarını feryat ederek duyuran çevre dostlarının ne denli "kutsal" bir iş yaptıklarını dile getirmek amacındadır. Önce, böyle bir gün bağlamında, bir basın açıklaması yapan "Türkiye Ormanlar Derneği Genel Başkanlığı"nın uyarılarından aldığım iki paragrafı yansıtmak istiyorum.
"Son yıllarda iyice hızlanan orman tahribatı, dünyanın her tarafında toprak erozyonu, bazı flora ve fauna türlerinin yok olması, toprak veriminin azalması ve atmosferimizdeki karbondioksit dengesinin gibi çok ciddi problemlere sebep olmaktadır.
Hızlı nüfus artışı, kırsal kesimlerdeki fakirlik, teknolojik gelişmeler ormansızlaşmayı beraberinde getirmektedir. Ülkemizde bu nedenlerin yanında ayrıca şuursuz ve kısa vadeli ekonomik programlar için çıkarılan Maden Yasası, 2/B olarak bilinen 6292 Sayılı Yasa, akarsuların ticarileştirilmesi ve HES (Hidroelektrik Santralleri)'nin artması, Meclis gündeminde olan 6831 Sayılı Orman Kanunu Değişikliği Yasa Tasarısı ile milli park ve tabiat anıtı vb. orman alanları talana açılmış, açılmaya çalışılmaktadır".
Güzelim doğayı yok etmeye yönelik uyarılardan aktardığım sadece şu birkaç satır bile insanı ürkütüyor, gelecek kuşakların karşılaşabilecekleri yaşamsallığı ortaya koyuyor. Ben bu uyarılara bağlı olarak Turgutlu'muzda göz göre göre yapılmakta olan bir girişimi hatırlatmakla yetineceğim. Aşırı nüfus artışının, dengesiz göçlerin ve hesapsız-kitapsız rant kaygısıyla genişlemenin doğurduğu olumsuzlukları bir tarafa bırakacağım Çaldağı'na işaret edeceğim. Ve şu hayati soruyu tekrar tekrar soracağım: Oradan çıkarılmak istenen nikel madeninin ülkeye, insanımıza katkısının çok üzerinde, çevre ova ve bahçelerinin sağladığı ürünlerin getirisi hiç mi düşünülmemektedir? Bir ülkenin yer altındaki madeni yüzbinlerce ağacın kesilmesiyle mi çıkarılmalıdır? Maden şirketinin işini bitirip çekip gitmesinden sonra dağda, ovada bahçede geriye nasıl bir zehirli arazi bırakacaktır? Canlılara verebileceği zararı ÇED nasıl bir vicdan sorgulamasından geçirebilecektir? Tüm bunlara izin veren hükümet üyeleri nasıl rahat uyuyabileceklerdir? Yazımı bir gazete köşesine sığması için fazla uzatamıyorum; yalnızca Mustafa Balbay'ın "Tuttuğunuz Altın Olsun" yazısını (Cumhuriyet, 7 Temmuz 2013) yinelemekle yetiniyorum; bir farkla, "altın" sözcüğünü "nikel"e dönüştürerek:
"Sihirli lamba, devlet büyüğüne "ne isterseniz yarine getireyim" demiş. Büyük, "tuttuğum her şeyin nikel olmasını dilerim" karşılığını vermiş. Sihirli lamba "tamam" demiş. O andan itibaren tuttuğu her şey nikel olmuş. İş başlangıçta çok zevkliymiş ama...
Acıkmış, ekmeğe uzanmış nikel olmuş...
Susamış... Suya uzanmış, nikel olmuş...
Sevdiği bir çiçeğe dokunmuş, nikel olmuş...
Yumuşak bir yatakta biraz dinlenmek istemiş, nikel olmuş...".
Fazla söze gerek yok; ekmek, su, çiçek ve konfor: hepsini tehdit eden bir yıkım; gerisini hemşehrilerim düşünsün; insanlık düşünsün!
(Salih Özbaran)
Yorumlar
Kalan Karakter: