BİR AŞK VE YOLCULUK ROMANI: ŞİMA
Mehmet Gökyayla
Bizzat tanıdığınız bir yazarın eseri hakkında eleştiri ya da tanıtma yazısı hazırlarken metne tamamen nesnel yaklaşmak pek kolay olmuyor. Hasan Özkılıç söz konusu ise, bu durum benim için de geçerli. Fakat Özkılıç’ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan romanı Şima, objektif ya da subjektif, nasıl bir bakış açısına sahip olursanız olun, okuru heyecanlandıran bir kitap olarak önümüzde duruyor.
Hasan Özkılıç, Turgutlu Lisesi’nde öğrenci olduğu dönemde başlayan yazma tutkusunu uzun süre bekletip durultmuş; her ne kadar o güne dek birçok mecrada öykülerini yayınlamışsa da 1998’de okurla buluşan ilk kitabı Kuş Boranı’na gelene kadar yazdıklarını kitaplaştırma konusunda sessiz kalmış bir yazar. Kuş Boranı’ndan sonra sırasıyla Şerul’da Beklemek (2002, Can Yay.), Orada Yollarda (2005, Can Yay.), Gönlümün Şirazesi Bozuldu (2008, Can Yay.) ve Lataros Değirmeni’nde Üç Dakika (2011, Can Yay.) adlı öykü kitapları geliyor. Yazar, ilk romanı olan Zahit’in (2013, Can Yay.) ardından yine bir öykü toplamı olan Sonunda Herkes Yalnız (2014, Kırmızı Kedi Yay.) ile okur önüne çıktı. Şima (2022, Everest Yay.) ise Özkılıç’ın son kitabından sekiz yıl sonra yayınlanan ikinci romanı oldu.
Kuş Boranı’ndaki bazı öyküleri kısmen dışarıda tutacak olursak Özkılıç’ın anlatı tarzının şiirselliğe yaklaştığını ve olaylardan çok belirli durumları tercih ettiğini, dolayısıyla yazdıklarının durum anlatısına daha yakın olduğunu söylersek yanılmayız, sanıyorum. Şima’yı da bu eksende bir roman olarak görmemiz gerekiyor. Temel anlatısı, kendisini terk eden eşi Şima’nın peşinden giden Behram adlı anlatıcının yolculuğu olan roman; İran kültürü, aşkın farklı yüzleri ve bireyin geleneklerin olumsuz yönlerindeki sıkışmışlığını farklı katmanlarda birbirine paralel olarak ele almakta.
Hemen hemen tamamı İran’da geçen roman, Fars kültürü, gelenekleri ve İran’daki hayatın çeşitli yönlerini de anlatarak bir anlamda belge niteliği kazanmış durumda. Kitabın bu kısımları, komşumuz ve binlerce yıllık çok zengin bir kültürel mirasın günümüzdeki temsilcisi olan İran’ı yalnızca çok kısıtlı bilgiyle gördüğümüzü ve bu ülkeyi neredeyse hiç tanımadığımızı bir kez daha hatırlattı bana. Yalnızca İran halkının şiir sevgisini, Şairler Mezarlığı’nı ve hiç değilse bazı taraflarıyla bu coğrafyayı tanımak için bile okunabilir Şima.
Hasan Özkılıç, mistik Doğu’yu, Doğu’nun üslubuyla anlatıyor eserinde. Fakat bunu yaparken oryantalist bir şekilde değil; kendi bakışıyla yani Doğu’yu, Doğu’dan gören bir yaklaşım sergiliyor. Bu yaklaşım, yazarın üslubunda da gösteriyor kendisini. Tempolu, hızlı ve akıcı bir anlatımdansa Şima’da öne çıkan yavaş ve durağan, okurdan sabır bekleyen bir tarz oluyor. Böylelikle zamanın çok daha yavaş aktığı, ağır ağır okunması gereken bir metin çıkıyor ortaya. Yazar, romanın bir yerinde, “Saate bakmıyordum. Kolumda saat vardı ama kaç olduğundan haberim yoktu. Sınırın bu tarafına geçtikten sonra saatle pek ilişkim kalmamıştı. Ne güzel diye geçirdim içimden; burada zaman durmuştu. Zaman, bu topraklarda yaşayanların umurunda değildi.” (s. 188-9) diyerek anlattığımız durumu tescilliyor bir bakıma. Bugün modernleşmiş kentli birey için zamanı göz ardı etmek mümkün değilse de Anadolu’nun doğusuna doğru gittikçe özellikle kırsal kesimde bu bakışa rastlamamız hâlâ son derece olağandır.
Yalnızca üslubu değil Şima’yı Doğu’nun kültürüne ve geleneğine yaslayan. Roman boyunca Doğu’nun kimi zaman mistik ama her daim hikmet dolu geleneksel anlatıları ya da bazen bu hikâyeleri çağrıştıran hikmetli cümleler, Özkılıç’ın yapmak istediğine yani okurun, anlatılan coğrafyayı yaşantısıyla birlikte özümsemesine hizmet ediyor. Ayrıca romanın ana metin ve çerçeve metinlerden oluşan yapısına bir de aralarda halk hikâyelerinin, masalların serpiştirilmesiyle roman, yeni bir boyut daha kazanmış oluyor. Tüm bunlar, esere başarıyla eklenmiş olduğu için okurda karşısında parçalı ama nihayetinde eksiksiz bir yapı varmış izlenimi oluşmasına da neden olmuyor. Uygulanması çok zor olan bu tekniği Hasan Özkılıç, okuru hiçbir şekilde yadırgatmadan gerçekleştirmiş.
Tüm bunlar, Şima’nın yalnızca geçip gitmiş zamanların ya da İran’da ve diğer başka coğrafyalarda geleneklerin halen devam eden baskın yapısının anlatıldığı bir roman olarak görülmesine gerekçe olmamalı. Başlangıçta da belirttiğim gibi, Özkılıç’ın bu romanı, okurun Güney Azerbaycan’ı veya İran’ın kuzeyini ve özellikle Tebriz’i biraz da olsa tanıması için bir fırsat sunuyor. Ayrıca romanın bu yönü, QR kod teknolojisiyle desteklenerek esere yazının yanında görsel unsurların da dâhil edilmesiyle pekiştirilmiş durumda. Bilindiği gibi, son yıllarda QR kodlar, internet ortamından basılı gazetelere, bankacılık işlemlerine kadar hayatımızın pek çok alanına büyük bir hızla yayıldı. Şima, Türk edebiyatında bu teknolojinin kullanıldığı öncül örneklerden birisi. QR kod yönlendirmesiyle romanda anlatılan birçok mekânın video görüntülerini izlemeniz mümkün. Bu görüntüler, yazarın romana hazırlık sürecinde yaptığı seyahatlerde bizzat kendisi tarafından çekilmiş. Anlatılan mekânların yanında kitapta bahsedilen bazı şarkılara da aynı şekilde ulaşılabiliyor. Yazarın kendi çalışma odası ve yazı masası da benzer şekilde metne paralel olarak paylaşılıyor. Tüm bunları bir araya getirince romanın yazılma sürecine ve yazarın bu süreçteki emeğine de tanıklık etmiş oluyoruz. Söz konusu uygulamanın edebî eserler için on yıl kadar önce hayal bile edemeyeceğimiz yepyeni bir metinlerarasılık oluşturma imkânı sunduğunu söyleyebiliriz.
2011 yılında Hasan Özkılıç’ın Turgutlu’da geçen Karpuzkaldıran adlı öyküsünü konu alan bir eleştiri yazmıştım. Yazı, Hülya Soyşekerci’nin, Özkılıç’ın Gönlümün Şirazesi Bozuldu adlı kitabına dair cümleleriyle bitiyordu. Aynı cümleler, büyük ölçüde Şima için de geçerliliğini koruyor: “… bu toprağın insanlarının yüzyıllar boyunca içselleştirdiği sevda anlayışına, kültürüne, diline, geleneklerine yeniden odaklanmamızı sağlayacak, sağlam kurgusu, farklı bir bakış açısı ve akıcı diliyle dikkati çeken öykülerden oluşan bir yapıt. Okuduktan sonra, uzun havaları daha dikkatle, içlerinde gizli kalan öyküyü bulmaya çalışarak dinleyeceksiniz.”[1] Bu kitabın ayrıca okurda İran şiirine merak doğuracağını, örneğin Hâfız Divânı’nı veya daha önce adını bile duymadığınız şairlerin şiirlerini okuma isteği uyandıracağını da ilave edelim.
Şima, oradan oraya koşturan, gününün çoğunluğu bir yere, bir şeye yetişmeye çalışarak geçen, zamanın bir türlü yetmediği günümüz modern ve kentli bireyine kendi yaşantısını sorgulatan, tadına vararak okunması gereken ve okunduğuna pişman olunmayacak bir roman…
NOT: Hasan Özkılıç, 28 Mayıs Cumartesi günü saat 15:00’te Turgutlu Belediyesi’nin davetlisi olarak eski belediye binasında okurlarıyla buluşacak. Bu vesileyle şimdiden duyurmuş olalım.
Yorumlar
Kalan Karakter: