Turdak Dağcıları 510 km’lik Likya yolu Parkurunu tamamladılar.
Turdak Dağcılık Kulübü Sporcuları; Dünyanın en çok yürünen (10) parkuru arasında sayılan Fethiye, Ölüdeniz’den Antalya, Hisarçandır köyüne kadar 510 km’lik Likya Yolunun Kumluca- Adrasan- Olimpos- Ulupınar arasını da yürüyerek üçbuçuk yılda tüm parkuru yürümüş oldular.
Turdak Kulübü yöneticilerinden Perihan Hasergin, Turdak’ın bu maceralı etkinliğini gazetemize analattı.
“Turdak olarak, 2014 mayıs başında yürüdüğümüz Likya Yolu parkurlarının en güzellerinden olan Kumluca- Ulupınar arasını yeniden yürümeye karar vermiştik.Kumluca, Rhodiyapolis- Korsankoyu, Gelidonya Feneri, Adrasan Sahili, Musa Dağı geçişi, muhteşem Olimpos ve Çıralı sahili, sönmeyen ateş Yanartaş hep bu parkurdaydı. 12 Ekim çarşamba akşamı Turdak ve Madak’lı dağcılar olarak yola çıktık. Sabah erken saatlerde Kumluca’ya ulaştık. Kumluca’daki dostumuz Muttalip Demiröz ve Belediyeden gelen görevli Ömer Adanalı ile Rhodiapolis antik kentine çıktık. Antik şehir 1892 yılında Avusturyalı arkeologlar tarafından keşfedilmiş. Ancak kazılara 2006 yılında başlanmış. Şehrin tiyatrosu, hamamı, Opramoas anıtı, kilisesi, nekropolleri ve çok sayıda su sarnıcı bulunmakta. Bir damla su bile ziyan edilmeden sarnıçlarda toplanır, oradan dağıtılırmış. İmparator başrahibi ve birlik yazmanı gibi önemli görevler yapan Opramoas Likya kentlerine de çok yardım etmiş olan büyük yardımseverdir. Rhodiapolis onun döneminde ( İ.S. 2. YY.) en parlak dönemini yaşamış. Yine aynı dönemde Heraklietos kente bir Asklepeion (sağlık merkezi) yaptırmış. Kapısında "Burada Ölmek Yasak" yazılıymış. Opramoas'ın anıt mezarı duvarındaki yazıt Anadolu’daki en uzun Yunanca yazıtıymış. Rhodiapolis'i geride bırakarak geldiğimiz patikadan aşağı indik. Otobüsümüzle Mavikent-Karaöz'e doğru gittik. Yürüyüşümüze buradan başladık. (6) km’lik rahat bir yürüyüşle Korsankoyu’na ulaştık Dev kayanın gölgesindeki bu sevimli koyda hemen çadırlarımızı kurduk ve yemek masamızı hazırladık. Taş ocakta güğümde ısıtılan su ile çaylar demlendi. Türkülerle, oyunlarla güzel bir akşamdan sonra sessizlik deyip çadırlarımıza çekildik. Sabah erkenden kalkıp çadırlar toplandı ve otobüse yerleştirildi. Güğümde kaynayan su ile hazırlanan çaylarımızı içip kahvaltımızı yaptıktan sonra yürüyüşe başlamak için hazırdık. Sırt çantalarımıza öğle yemeğimizi ve yeterli suyumuzu almıştık. Hedef: Gelidonya Feneri’ydi. Taşlık burnu olarak da anılan Gelidonya burnunu geçmek antik dönemde gemiler için çok zor olduğundan burası bir su altı müzesi gibiymiş. Bu yüzden yapılan Gelidonya deniz feneri 1936 yılında hizmete girmiş. Dört kilometrelik bir yürüyüşten sonra fenere ulaştık. Anı fotoğrafları çekilip yola devam ettik. Taşlı patikalardan 800metre rakıma ulaştık Belli aralarla gölgede su ve meyve molası veriyorduk. Tırmandıkça inişin zor olacağından kaygılanıyorduk. Çarşak taşları, orman içi patikaları geçtik. Uzaktan Adrasan Koyu’nun ve yanan tepenin göründüğü yerde iniş başladı. Korktuğumuz kadar değildi. Evimize yaklaşmış gibi hızlandık. Düze indiğimizde solumuzda yangında tüm ağaçlarını yitiren tepe pembe bir et yığını gibi uzanıyordu. Bu arada Likya Yolu’nda toprak hep kırmızıdır ve yürünen taşların üzerinde hep kızılımsı bir iz kalır. Kayalardaki kırmızı beyaz işaretler kadar belirgindir bu izler de . Sahile iner inmez otobüsümüzü aradık. Kumsala paralel bir yol ve yol boyunca da otopark yapılmış. Yeni bir tuvalet binası ve sahildeki duşlar da fark edilen yenilikler Adrasan’da. Çadırlarımızı kurup, mayolarımızı giyip doğru denize koştuk. Soğuk tuzlu su tüm yorgunluğumuzu alıp gitti. En güzeli de akşam yemeği hazırlığıydı. Bu yürüyüşte yemek ihtiyacımızı kendi koşullarımızla karşıladık hep. Komşu karavandan ödünç aldığımız mangalda sucuklar pişirildi, menemen yapıldı ve kurulan uzun masada keyifli bir akşam yemeği yendi. İrfan Oğultekin arkadaşımızın tiyatro tadındaki oyunları hepimizi gülmekten kırdı geçirdi. Güğümden darbukanın eşlik ettiği türküler hep bir ağızdan söylendi. Bazen yoldan geçen konuklar da bize katıldılar. Tüm yayıntı ve çöpler toplanıp alan temizlenince sessizlik deyip uykuya geçildi. Denize karşı çadırda uyanmak nasıl da güzeldi. Küçük evlerimizi yine toparlayıp paketledik. Kahvaltımızı, bize çay yapma sözü veren komşu bakkalın yan tarafında hazırladık. Birlik, dayanışma ile ne kadar zengin sofralar kurulduğunun, paylaştıkça her lokmanın daha lezzetli olduğunun iyice farkına vardık. Adrasan koyu kıyısında tüm heybetiyle yükselen Musa Dağı bizi bekliyordu. Dere kıyısındaki turistik işletmelerin yanından ilerledik. Artık suyu olmayan dereden geçip kırmızı beyaz işaretli yolumuzun başında ısınma hareketleri yaptık. Patikaya girip yine rampa çıkmaya başladık. Yolumuzun bir noktada kayanın arasından geçişi çok ilginçti. Burada fotoğraflar çekilerek geçtik. Kıvrıla kıvrıla sürekli tırmanan patikayla yaklaşık (1000) metre tırmandık, Spil dağının Önduvar patikası gibiydi. Çoban Kulübesinde düzleşti. Yan tarafta naylondan küçük bir işletme kurmuş olan köylümüzden çay içemedik. Sıkı pazarlık yapılsa da çayı, bardağı üç liradan aşağı vermedi. Biz de oyalanmadan yürüyüp geçtik. Öğle yemeği molasını Ağaç Mezarlığı’ndan önce verdik. Ağaç Mezarlığı beş-on yıl önce yanan ormanın kalıntılarının olduğu bir yer. Likya yolu içinden geçiyor. Kurumuş kalmış ağaç gövdeleri hala ayakta. yere uzananlar yolu kapatıyor, üzerinden atlayıp geçiyoruz. Her yeri çalılar kaplamış, yol iyice daralmış. Buradan sonrası artık iniş halindeki patikalar. Yolumuz bir yerde ağaç tüneline dönüştü. Defne ağaçları, sandal ağaçları birbirine girmiş, yerlerde yapraklar ve sürekli akar gibi iniyoruz. Çok yorulduk, yol hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor insana. Dik bir inişle Olympos antik kentinin güney Nekropol’üne ulaşıyoruz. Dağın beline yerleştirilmiş sıra sıra antik mezarlar. Tiyatro da az ilerde. Fotoğraf çekilerek ilerliyoruz. Denize akan küçük derenin önü kapatılmış ve göle dönüşmüş. İçinde ördekler yüzüyor. Böylece karşıya geçerken ayakkabı çıkarmaktan kurtuluyoruz. Sahil güneşlenen, denize giren insanlarla dolu. Hintli bir grup kıyıda kendilerine özgü müzik yapıyorlar. Yanlarından geçip gidiyoruz. Bir an önce pansiyona ulaşmak istiyoruz ama bunun için de iki -üç kilometre yürümemiz gerekiyor. Denizden uzaklaştığımızı düşünmek de moral bozucu. Bu havada Safir Pansiyon’a varıyoruz. Odalarımıza yerleşmek de zaman alıyor. Duş ve temizlik biraz keyfimizi yerine getiriyor. Salonda toplandığımızda Celalettin Başkana Yanartaş’a akşam yürüyelim ama sabah tekrar yürümek yerine pansiyonda kalıp rahat bir kahvaltı ve öğleye dek denize girmeyi öneriyorum. Herkes tarafından kabul görünce keyifli bir akşam yemeği yiyoruz. Alabalık, salatala, mezeler ve bezelyeli pilav nefis. Yemek sonrası yanımıza tepe lambaları ve el fenerlerini alarak Yanartaş’a gidiyoruz, Bizim gruptan başka çok gelip giden var, trafik yoğun. Yaklaşık beş yüz basamak çıktık. Kayaların arasında yanan ateşleri çevresine oturup izledik, resimler çektirdik. Antik çağ efsanelerine göre yanan bu ateş; “Ağzından ateş saçan”Chımaira” adlı canavarın yedi kat yerin altından yer yüzüne çıkan nefesiymiş” Aynı yoldan geri döndük. Portakal, Nar bahçesi içinde cennet köşesi gibi duran Çıralı Safir Pansiyonun rahat yataklarında tüm yorgunluğumuzu atarak uyandık. Yanartaş- Ulupınar arasındaki 4 km’lik yolu zaten geçen yıllarda yürümüştük. Bu süreyi Çıralı sahilinin içme suyu gibi berrak denizine girerek değerlendirdik. Saat 12.00 de dönüşe geçerek ancak akşam saatlerine Turgutlu’ya ulaştık. Bu Sorunsuz biten bu muhteşem Program yapıp tüm bağlantıları sağlayan Turdakbaşkanımız Celalettin Ölgün’e ve Parkuru çalışan ve öncümüz Manisa, kardeş kulübümüz Madak Başkanı Prof. Ergun Köse’ye şahsım ve arkadaşlarım adına teşekkürlerimi sunuyorum. Bu etkinliğe katılamayan arkadaşlarımızın Hamzababa etkinliğine katılmalarından da mutluluk duyuyorum” dedi.
Turdak Sporcuları önümüzdeki Pazar iki parkurda etkinlik gerçekleştirecek. Grubun birisi Kazdağları, Sarıkız tırmanışına giderken diğer grup Spil dağı, Yarıkkaya-Sülüklügöl-Sancaklı Çeşmebaşı parkurunda olacaklar HABER MERKEZİ
Yorumlar
Kalan Karakter: