İran:Doğunun büyülü ülkesi ezberimizi bozdu
MART ayında Turdak’tan üç arkadaş İran’a gezi düzenlemeye karar verip Uçak biletlerimizi aldıktan sonra bu güne değin gerek yazılı gerek görsel basından aklımızda kaldığınca; İran; Şeriatla, din adamlarınca yönetilen, her yerde ahlak polislerinin halkı denetlediği, baskı yaptığı, vinçlerde idamların gerçekleştiği ülkeydi. Gezi grubu olarak ”Google” den yaptığımız araştırmalarda İran’ı gezenlerin izlenimlerini okudukça edindiğimiz bilgiler bu günece İran’la ilgili ön yargılarımız değiştirdi ve uzun bir tarihi geçmişi olan, Kültür ve Edebiyat alanında Firevsi, Şadi Şirazi, Ömer Hayyam gibi değerleri içinden çıkarmış bir ülkeyi görmek, gezmek için daha da içimizde istek uyandı. Üstelik Gidip göreceğimiz Tahran, İsfahan ve Tebriz’den sonra Gürbulak sınır kapısından geçip Doğubeyazit’e geçecek ve o gün İzmir’den Ağrı’ya uçakla gelecek diğer Turdak lı arkadaşlarımızla Ağrı dağı tırmanışı yapacaktık. Bir taşla iki kuş vuracaktık.
Geçen yıllarda Rusya’ya gidip Moskova ve Sn. Petersburg’da gezmiştik, Sonra İtalya’ya gidip, Roma, Floransa,Venedik ve Milano’yu görmüştük. Hatta “Doğu Karadeniz” gezimizde Gürcistan’a geçip Batum’a da gitmiştik. İran’a gideceğimizi duyan arkadaşlarımızdan çoğu “Ne var İran’da?” diye soruyor ya da küçümseyerek bakıyor ya da “Bunlar aklını kaçırmış” diye bize olumsuz cümleler kuruyorlardı. Onlara –çoğumuza- göre görmek, gezmek için gitmek gerekse Avrupa’nın her hangi bir ülkesine gitmeliydik.” Ne işimiz var’dı İran’da?”
Beş aydan fazla bir süre bunları dinledik, İnternetten durmadan araştırdık. İran hiç de bizim bildiğimiz, bize tanıtılan ülke gibi değildi. Bir kere halkının yarıya yakını Azeri Türküydü; Dil, derdimizi anlatmada sıkıntımız olmayacaktı. Konukseverdiler. Yemek kültürü az çok birbirine benziyordu. Ayrıca İran Riyali /Tümeninin değeri düşüktü, bu gezi bize pahalı olmayacaktı.
Neyse beklenen gün geldi, çattı. 10 Ağustosta İstanbul Atatürk Havaalanından akşam 22.30 uçağımız kalkacak. Sabah 08.30’a İstanbul’a Otobüs biletimizi aldık. Ama bu gün Cumhurbaşkanlığı seçimi de var. Yurttaşlık görevimizi de yapmalıyız. Seçim sandığının başına sandık görevlilerinin bir çoğundan önce varıp beklemeye geçtik. Oyu, ilk biz kullanacağız. 08.00 de oyumuzu kullanıp çok acele “Sarıkız” firmasının bizi alacağı Ergenekon Mahallesi ışıklarına ulaşmak için yola çıkıyoruz. İyi ki acele etmişiz, hiç beklemeden biniyoruz.
Otobüsümüz, sanki belediye otobüsü; Manisa, Akhisar, Balıkesir’den yolcu olmak için Otobüs terminallerine girip beklemesi gereken sürelerden fazla bekleme yapıyor. Şoförlerimiz ne kadar da “Çaysak” her durakta ikişer, üçer bardak çay içiyor. “Böyle yol alırlarsa İstanbul’a 12 saatte varırız.” Diye evhamlanmaya başladım bile. Yurt dışına uçacağımız için en geç akşam 20.30 da Atatürk havalimanında olmalıyız.
Ucu ucuna Havaalanına zamanında yetiştik. Turdak’tan yol arkadaşımız Levent Uslu üç gün önce İstanbul’a gitmişti. Bekler buluyoruz. 150 bin Nüfuslu Turgutlu’dan üç kişiyiz. Çekin, Pasaport denetimi gibi işlemlerden sonra uçaktayız. Yolcuları; önce İran’a giden batılı turistler sanıyoruz. Özellikle kadınlar bakımlı ve batı tarzı giyinmişler. Erkeklerde aynı. Uçağımız Tahran’a yaklaştığında kadınları başlarının yarısı açıkta kalacak biçimde renkli fularlar sardıklarını, üzerlerine uzun iş gömleği” tarzı ceket giydiklerini gördük. Tüm İran gezimizde aynı görüntülerle karşılaştık. Daha birinci gün İran Halkıyla ilgili bildiklerimin yanlış olduğunu gördüm. Yargılarımın çoğunu sildim.
Tahran- İran’da “Teheran” diyorlar- Havaalanında sabahın 03.00 ünde ,bizi Öğretmen Mücahit Batmaz’ın Tahran’da Tömer merkezinde çalıştığı dönemde edindiği dostu İnşaat Mühendisi Vahit Sermehemmedi ile onun arkadaşı Tekneloji dalında mastır yapan Reza Alizadeh karşılıyorlar. Her ikisi de Tebrizli ve çok iyi Anadolu Türkçesi konuşuyorlar. Artık bizimde arkadaşımız dostlarımız oldular. Vahit bey bizi Reza’ya emanet edip ayrılıyor. Sabahın erken saatleri; Şahname adlı edebi eserin yazarı Firdevsi’nin adı verilmiş havuzlu parkta tanışma sohbetine daldık. Reza; Yüksek Teknoloji dalında eğitim görmüş, şimdi mastırını yapıyor ama Edebiyata, tarihe çok meraklı ve birikimi var. Türk şairlerinden şiirler okuyor, tarihten bilgiler veriyor. İlk olarak Reza bizi Tahran’ın ünlü mesire yeri Derbent ve Dereke denilen Şehrin Dağa dayanan mevsiminde çağıl çağıl derenin aktığı mesire yerine götürüyor. Dere kenarına eğlence mekanları yapılmış. Ama bu dere en çok da Doğa yürüyüşü yapanların parkuru. Sabahın bu erken saatinde kadınlı erkekli, spor ayakkabısını giyip eline batonunu alan burada dere boyunca tırmanıp gidiyorlar. Buradan çıkıp Kahvaltı yapmak için bir lokantaya giriyoruz. Reza bize ısrarla “Helim” yememizi öneriyor. Tahranlıların özellikle sabahları çorba yerine bunu yediklerini söylüyor. Getirtiyoruz. “Helim”; Aynen bizim ‘Keşkek’ . Kuzu eti ve yarma ile pişirilmiş, biraz çorbamsı. Ancak yenirken üzerine şeker ve tarçın katılıyor. Yemede arkadaşlarım biraz çekimser kalmasına karşın “Ver Şabana, gitmez yabana” sözündeki gibi Reza ile yeyiyoruz. Artık Tahran gezimiz başlıyor. İlk dikkatimi; Her yerde İmam Humeyni ve Hamaney’in devasa fotoğrafları asılı olması çekiyor. İlk olarak ünlü “Büyük Kapalı Çarşı / Bazar-ı Bozurg” a giriyoruz. Reza’nın anlatımıyla İstanbul Kapalı Çarşıdan büyükmüş ve 10 km kadar uzunluğu varmış. Gerçekten de “Git git bitmiyor” Çarşının her sokağı ayrı ayrı esnaflara ayrılmış, her sapakta ayrı bir ticaret konusu, bakırcılar, kağıtçılar, baharatçılar, tenekeciler, halıcılar, şekerciler, çaycılar... Sadece bunlar değil, ondan fazla cami, birkaç otel, birkaç banka ve hatta pazarın kendine ait itfaiyesi bile varmış. Çoğunlukla kadınlara alışverişte.Bütün İran’ın perakende mallar üçte biri bu pazardaki alışverişlerde gerçekleşiyormuş. Kapalı çarşı gezimiz öğleni buluyor. Bu gün Tahran’da ölçülebilen sıcaklık 52 derece imiş. Bir camiye giriyoruz; hem biraz serinleyeceğiz hem su içeceğiz hem ihtiyaç giderip namaz kılacağız. Şunu belirteyim gezdiğimiz Tahran, İsfahan ve Tebriz’de her yerde su sebillerinde soğuk su ve camilerde WC bulunuyor ve ücretsiz. Öğle yemeğine Vahit Şermehemmedi’ye davetliyiz. Taksi tutup gidiyoruz. Sanırım Petrolün ucuzluğundan Taksilerde ucuz. Tüm Tahran’ı gezsek toplam 45.000 tümen vereceğiz bizim parayla karşılığı 15 TL. Vahit beyin Lüks Restoranda bize ikramı “Kebab ( acısız Adana Kebabına benziyor), Safranlı Pilav, Naneli Ayran” Zamanla yarışıyoruz, Vahit’ten vedalaşıp ayrılıyoruz. Taksi ile son İran Şahı Rıza Pehlevi’nin konutu “Sadabat / Gülistan” Sarayına gidiyoruz. Saray; Her Sarayda görülebilecek türden, Şah ve yakınlarının kullandığı eşyalar, giysiler, silahları, kazandığı zaferlerin resimleri, halı ve kilimlerle bezenmiş bir müze. En çok da 143 m2 büyüklükte olduğu yazılı halı ve cam ürünleri dikkatimi çekiyor. Hedefte “Telekule” diye anılan Teleferik tesisleri var. 3957 metrelik Tochal dağının eteklerine kurulmuş. Biletimizi alıp biniyoruz. Benim İlk Teleferik deneyimim, korkmuyorum desem yalan olacak özellikle inişte panik de yaptım. Tahran’ı bu noktadan seyretmek ayrı bir duygu. Buraya tırmanarak çıkan Dağcı gruplarıyla karşılaşıyoruz. Dağcılığın İran’da yaygın olduğunu öğreniyoruz.
Tahran’da akşamı ettik. Son kez Reza’nın bizi götürdüğü ve İran’da yediğimiz kebapların en lezzetlisi Azeri Kebapçıda yemeğimizi yeyip Otobüs Terminaline gidiyoruz. Vahit bey aracılığıyla biletini aldığımız yataklı lüks otobüsümüze Reza ile vedalaşıp biniyoruz. İran’da yollarda akaryakıt istasyonları yok. Mola da yok. Otobüslerde atıştırmalık yiyecekler armağan ediliyor. Gelirken uçakta yeterince uyuyamadık. Bütün gün sıcakta dolaştık, yorgunuz. Gözümüzü açtığımızda Sabahın erken saatlerinde İsfahan’a varmışız. Hemen Tebriz’e gidecek biletlerimiz almalıyız. Zorluklada olsa yarın akşam için biletlerimizi alıyoruz.
İsfahan’dayız. Tarihte Safavi ve Gacarlı hanedanlarına başkentlik yapmış tarih kokan yeşillikler arasında edipler ve tarihçilerce “Nısf-ı Cihan / (“Esfahan Nesfeh Jahan”-Dünyanın Yarısı) olarak anılmış.
bir kent burası. Burada Terminalde tanıştığımız Öğretmen Mehdi Yezdani bize kılavuzluk edecek. Tahran’da Vahit beyin ayarladığı motele çantalarımızı bırakıp ilk olarak Dünyada Pekin deki Tienman meydanından sonra ikinci büyüklükteki 512 x 163 boyutlarında dikdörtgen şekilli 1979 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alınan “Nakş-ı Cihan /dünyanın süsü diye bilinen ve İslam mimarisinin en güzel örnekleri bulunan“İmam Meydanı”na gidiyoruz. Mehdi ile burada buluşuyoruz. Meydanın ortasında son Şah Rıza Pehlevi’inin yaptırdığı çok büyük bir havuz var. Batı yönünde ahşap1597 yılında Şah Abbas tarafından yaptırılan “Ali Gapu / büyük Kapı” sarayı var. 42 yıl İran’ı yönetmiş.Şah Abbas ve yakınlarının konutuymuş. Meydana bakan 18 ahşap sütunlu geniş balkondan meydanda oynanan “Çoğan” ve harp oyunlarını izlerlermiş. Muharrem törenleri, suçluların idam edilmesi, Şahın kararlarının halka duyurulması da bu meydanda yapılırmış. Güney yönünde ilk yapılış yıllarında İmam Ali Camisi adıyla yapılmış çok büyük ve mavi ve türkuaz renklerle bezenmiş cami hepimizi bir anda büyülüyor. Bir ara Şah camisi olarak anılmış. Şimdiki adı İmam Kumeyni camisi. Rehberimiz; Kinaye yaparak “İleride İran’ı kim yönetirse onun adı verilir, sanıyorum.” Diyor . Çiniyle kaplı büyük kapıdan girince ortasında büyük bir havuz bulunan büyükçe bir meydan ve meydanın çevresinde kubbeli açık namaz kılmak ortamları yapılmış. Gerek Tahran gerek İsfahan ve Tebriz’de hep aynı cami modeliyle karşılaştık. Her yanı mavi ve türkuaz renkli çinilerle bezenmiş meydanlı, havuzlu camiler. Meydanın Doğu yönünde İran’ı Şiileştirmek için Lübnan’dan getirtilen “Şeyh Lütfullah” camisi bulunuyor tam Ali Gapu’nun karşısında. Buraya giriş paralı.Giriş ücreti çok geldi. Sanırım bu camide İmam Ali camisi gibidir. Kuzey yönünde yine çini ile kaplı kubbeli kapıdan Kapalı çarşıya giriyoruz. Giriş kapısında “Çarşıyabaş” yazılıydı Sanırım; İran’ı 1925 yılına değin yöneten Safeviler ve Gacarların Türkmen oluşları ve bu yıllarda Türkçenin Farsçadan daha fazla konuşulduğundandır. Günümüzde bile Azeri Türkçesi İran’da en çok konuşulan dildir. Sanırım İsfahan’ın her yeri içeri tuğla büyüklüğünde çiğ kerpiç dışı da pişmiş tuğla ile kaplanmış yapı tekniğiyle yapılmış kapalı çarşı. Aynı yapı tekniğini tarihi binaların hepsinde gördük. Tahran’daki “Bazr-ı Bozorg” dan daha düzenli geldi bana. Burada da her sokak aynı cins ürün için ayrılmıştı. Dikkatimizi alışverişi yapanların büyük çoğunluğu başlarını göz alıcı renkli yarımca kapatmış kadınlardı. Üstelik çarşının giysi bölümünde çoğunlukla İzmir, Kemeraltını aratmayacak biçimde kadın giysileri satılmaktaydı. Çarşının her sokağında Küçüklü büyüklü aynı dikkat çekmeyecek biçimde mütevazi camiler bulunmaktaydı. Bir sokakta “Harun Velayeti”i adında saygın bir din adamının türbesi çıktı. Çini ve altın la bezenmiş türbede dua edip ayrılıyoruz. Devasa minareler görmedik, sonuna kadar açılmış hoparlörlerden okunan ezan duymadık. Rehberimiz Mehdi, öğle yemeği için şehrin dışında çok geniş bir parkın ortasında kurulmuş bir restoran’a götürdü. Yine Kebap, Safranlı Pilav, Naneli ayran ve yanında yarım baş soğan. Yemekten sonra Zerdüşt’ün ateş yaktığı “Ateşkadeh” tepesine çıkıyoruz. Yolumuz üstünde zaten. Yolumuzun üstünde “Manar Jonban” (Sallanan Minareler)i ziyaret ediyoruz. 17 metre yüksekliğinde 2 adet sallanan minareye sahip. Belli saatlerde, gösteriyi bekleyen izleyiciler için müezzin veya görevli bir genç çocuk tekbir sesleriyle zıplayarak minareyi sallıyorlarmış ama bizi vardığımızda bu tören biraz önce bitmiş. Akşam oldu. İmam Meydanını birde gece görmeye gidiyoruz. Kalabalıktan adım atmak nerdeyse olanaksız.
İsfahan gezimiz gece 133 metrte uzunluğunda, 23 kemerden ”Siosepol” köprüsünü görmeye gidiyoruz. Zağros dağlarından gelen su ile beslenen Zayende ırmağının üzerinde kurulmuş. Adı ırmak ama biz kurumuş halini gördük. Genişliği 12 metre kadarmış. Aynı ırmak üzerinde başka köprüler de varmış ama biz gitmedik. Suyun aktığı zamanlardan gelen alışkanlık olsa gerek köprünün çevresi kadınlı erkekli binlerce İsfahan’lının piknik yaptığı, buluştuğu, nefes aldığı yer durumundaydı. Yoğun kalabalığın arasında arayarak küçük bir alan bulup oturduk. Işıklandırılmış köprünün görüntüsü muhteşemdi. İran’da hayat sokaklarda atıyor. Günbatımı ile birlikte sokaklar canlanmaya başlıyor. Gece geç saatlere kadar kız erkek, herkes sokaktadır. Hatta sokaklarda kadınlar erkeklerden daha çok göze çarpıyor İran’da gece hayatı İmam Meydan’ında çimlerde, Siesepol Köprüsü’nde, Tarihi “Çehar Bağ” Mesire Alanı ve sokaklarda geçtiğini gördük. Aynı köprüyü gündüz görmek için bir kez daha gittik ve çok yakındaki Tarihi “Ceher bağ” parkına ve parkında çimlere uzanarak serinlemeye zaman ayırdık. Ceher bağ/Dört Bahçe parkı 5 km uzunluğunda 100 dönüme yakın olduğu söylenen ve içinden yollarla dörde ayrılan çok büyük bir park. Geceli, gündüzlü halkın piknik ve serinlemek için bir araya geldiği güzel bir park. Ülkemizdeki yeşil alanların AVM yapılması için talan edilmesi karşısında buradaki yöneticileri taktirle karşıladık. Parkın ortasındaki şimdi otel olarak kullanılan 18 oymalı ahşap direkli“Cehar bağ Medresesi”nin de mimari yapısı dikkat çekiciydi. Her çeşit ağaç ve çiçeklerin barındırıldığı Ceher Bağ içinden “Cehel Sutoon “/ Kırk Sütün sarayına geldik. Yeşillikler arasında 40 oymalı direkli ahşap bir saray. İç duvarlarında Şah İsmail’in Osmanşı Padişahı Yavuz Sultan Selim’le yaptığı savaşı anlatan ve Şahın Moğol, Avrupalı elçileri kabulü ve av partilerinin minyatürleri resmedilmiş. İlginç bir saray. Sayın bahçesinin 67 dönümden olduğu tanıtım levhasında gösteriliyor. Otelimize dönerken Selçuklulardan kalma ve İsfahan’ın en büyük tarihi yapıtlarından Cuma Camisini ziyaret ediyoruz. İnsanın en doğal gereksinimi olan Su ve WC olayının çözmüşler her yerde soğuk sebil suyu ve ücretsiz WC bulunuyor. Çok gezdik, çok yorulduk, akşam da olmak üzere; Saat; 18.00 Tebriz’e hareket edecek Otobüse binmemiz gerek.
İsfana’a geldiğimiz Vahit kardeşimizin bize bulduğu yatar koltuklu lüks otobüs yok. Akşam 06.30 da Otobüsümüz hareket ediyor. Burada da içinde küçük bir sandviç, meyve suyu, çikolatalı gofret olan yiyecek paketi dağıtılıyor. Anlaşılan bu otobüste yolda mola vermeyecek. İçinden geçtiğimiz köy, kasaba ya da kentlerin dışında ekili dikili arazi yok gibi. Ağaçsız, boş alan. Çok uzaklarda koyun ağılları olduğunu sandığım yapılar gözüküyor, sanırım küçükbaş hayvancılık yaygın. Uyu uyan; Kaşhan, Kazvin, Zancan, sanlarına “Abad” eklenmiş bir çok yerleşim yerinden geçtik. Tebriz rehberimiz Reza, Tebriz çevresindeki tüm Türk/Azeri köylerinin adları Şah döneminde Fars adlarıyla değiştirildiğini ancak halkın yinede eski köy adlarını kullandığını söyledi. Hiç mola vermeden Oniki saat sürdü otobüs yolculuğumuz. Tebriz’e geldik. İlk iş olarak yarın bizi “Maku /Bazargan”a götürecek otobüsten kişi başı 10 dolara biletimizi alıyoruz. Taksiler burada da ucuz. Azeri Taksici bizi “ARK” kalesi çevresindeki “Ark” otele götürdü. İlk önce otele yakın, sadece bir bölümü yıkılmaktan kurtulmuş bölümünü kalmış “Ark” kalesini görüp inceledikten sonra çok yakın olan Arkeoloji ve Etnografya müzesini gezdik. Bitlis, Ahlat’ta da sık görülen “Koç” heykelleri dikkatimi çekti. Uzun bir süre buralarda egemenlik kurmuş Türk Akkoyunlular’ın bıraktığı izlerdir diye düşünüyorum. Bodrum katında çağdaş heykel sanatçısının ilginç heykellerini gıptayla baktık. Tahran’daki Tebrizli rehberimiz Reza ile “Göğ Medrese /Mescit” te bulaşacağız. Türkiye’nin çok yerinde olduğu gibi burada da “Mavi” rengine “Göğ” deniyor. Kullanılan çinilerde kullanılan hakim renkten dolayı denmiş olmalı. Oldukça büyük bir yapı. Buraya da kapalı olmasından dolayı giremedik. Öğle olmuştu. Tebriz’in ünlü yemeği “Abguş” yemeye gidiyoruz. Dostumuz Reza, Tebrizli. Neyin en güzel yapıldığı yeri iyi biliyor. 4 kişi 44 tümene, yaklaşık 30 TL’sına kuzu eti, nohut, patates ve soğanlı özel bir yemeği yiyiyoruz. Sıra İsfahan’dakinin benzeri “Bazar-ı Bozorg” denilen kapalı çarşıyı gezmeye geliyor. Burada da her sokakta ayrı cins mal satılıyor. Akıla ne gelirse satılan ve her sokakta küçüklü büyüklü mescitlerin bulunduğu bir yer. Mescitlerde sürekli içme ve kullanma suyu ve WC’ ler var hem de ücretsiz, tertemiz. Kapalı çarşıdan ancak üç saatte çıkabiliyoruz. Sırada; dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğimiz “Makber-i Şuara (Şairler Mezarlığı) var. Bizim de bildiğimiz Fuzuli, Nizami,Şems-i Tebrizi, Şirazi’nin yanında Hakanı Şirvani, Şakibi Tebrizi, Şemsettin Socusi, Şahpur Nişaburi, Esadı Tusi, Muuriddin ve çok yakın yıllarda ölmüş Şehriyari’nin mezarları ve kabartma rolyefleri bulunuyor. Duvarlara bu şairlerin şiirlerinden örneklerde asılmış. Hatta bizim Nazım Hikmet bile var. Gururlanıyoruz. Ziyaretçilerin çokluğundan halkın şiire meraklı olduğu kanısına varıyorum. Zaten Reza, Teknokrat olmasına karşın Azarbeycan şairlerinden sıkça şiirler okuyor. Reza, birikimli bir. Reza’nın sıralamasına göre;uzun yıllar İran’ı yönetmiş Türk Hanedan “Gacar” ların anısına düzenlenmiş. “Gacar Müzesi”ne gidiyoruz. Burada İran’da yetişen tüm meyve ve sebzelerin alçı yada hamurdan yapılmış model örnekleri sergileniyor. Böyle bir Müzenin Turgutlu’ya da çok yakışacağını düşünüyorum. “Meşrutiyet Müzesine” varıyoruz. 1915-1916 yıllarında iran’ı işgal eden Rus’lara karşı direniş örgütleri kurup savaşan “Settar Han”, “Bağır Han” ve diğer kahramanların heykelleri sergilenerek işgalin getirdiği zulüm unutturulmamaya çalışılmış. Yıllar önce İran Azarbaycanı’ndan Hüşeng Azeroğlu adlı ozanın bir zamanlar ülkemizde ünlü olan türküsünde geçen “Settar Hanın diyarından, Köroğlunun Niğarından size selam getirmişem.” Sözlerini anımsıyorum. Bize Türk Tarihi okutulan bilgilerin ne kadar eksik ve sığ olduğunu düşünüyorum. Derin Tarih bu olmalı, Ne ilkokulda, ne orta, lise ne de Üniversitelerimizde İran’ın %40 ını oluşturan ve Türkçe/Azerice konuşan bir halk olduğu ve onların da bir tarihi olduğu okutulmaz. Tarihe meraklı biri olarak ben okumadım. Sanıyorum İran Azerilerinin Şii olmasından dolayı sunni Türk tarihçilerce yok sayılmıştır diye düşünüyorum. Akşam olmak üzere; Bir taksi çeviriyoruz, nasıl olsa en uzak yere bile gidecek taksi bizim para ile en çok (5) TL tutuyor. Reza’nın önerisiyle “Elgoli” denilen Tebriz’in biraz dışında tamamen orman içinde yapay bir göle gidiyoruz. Adından da anlaşılacağı gibi El gölü, çevresinde çokça temek ve dinlenme mekanları yapılmış. Kadınlı erkekli binlerce, gezinti yapan kalabalık nerdeyse “iğne atsan yere düşmez.” Söylemine uyuyor. İsfahan’daki gibi kadın, erkek kaç-göç olmadan birlikte eğleniyorlar. Bizde dolaşıyoruz. Akşam yemeğinde yine Kebap, Safranlı Pilav, Naneli Ayran ve lavaş var. Sedirde oturup uzun sohbetle birlikte yemeğimizi yiyiyoruz. Reza, çok hoşsohbet; Türkiye’yi çok merak ediyor. Otelimize geç vakit gelip yatıyoruz.
İran’da beşinci günümüz, Cuma. İran’da Cuma günü hafta tatili. Bu gün Kapadokya, Peribaca’larına az da olsa benzeyen 80 km uzaklıktaki “Kendevan” a gidiyoruz. Rehberimiz Ramin Pires ve Siyamet. Kıvrıla kıvrıla bir tane bile ağaç olmayan kel dağlar arasından Kendovan’a ulaşıyoruz. Hafta tatili 0lmasından dolayı o kadar ziyaretçi var ki; Aracımızın güçlükle ilerleyebiliyor. Ramin’in burada kayalara oyulmuş evi var. Çay içiyoruz. Bol bol resimler çekiyoruz. Yoğun ilgiden dolayı alış - verişte yoğun. Halı ,kilim gibi el sanatları , şifalı olduğunu söyledikleri otlar ve yaş, kuru meyve bolca satılıyor. Buradaki peribacalarının şapkası yok. İçleri oyulup konut olarak hala kullanılıyor. Aşağıda dere boyunca Ceviz bahçeleri çevrenin tek yeşilliğini oluşturuyor. Kendovan’dan yoğun trafikten zorlukla çıkıyoruz. Acele etmemiz gerek 15.30 da Maku’ya gidecek otobüse bilet aldık. Ayrıca Cuma namazını da Tebriz’de kılmak istiyoruz. Terminaldeki mescitte kılarız diye hazırlandık. Olmadı. İran’da her Camide Cuma namazı kılınmazmış. Ancak öğle namazı kılıp çıkıyoruz. Rehberimiz ve burada edindiğimiz en büyük kazanç, can dostumuz Reza, bizi uğurlamaya gelmiş. Duygulanıp seviniyoruz. Otobüsümüz hareket ettikten sonra uzun bir süre arkamızdan el salladığını görüyoruz. Keşke Reza’ da buralara gelse, biz de onu ağırlasak, böyle uğurlasak, diye düşünüyoruz.
300 km’lik Tebriz, Maku arası da diğer geldiğimiz yerlerden farklı değil; Ekilmeyen, dikilmeyen uzun, düz ova. Arada bir geçtiğimiz köy ve kasabalarda evlerin önlerinde birkaç ağaçtan başka yeşillik yok. Ancak “Hoy” çevresinde Sımışka/Ayçiçeği tarlalarına rastladık, birde yol kenarlarında satışa sunulan Kavun tezgahlarına. Hoy’dan sonra sık rastladığımız Türkiye plakalı TIR lardan sınıra yaklaştığımız anlaşılıyordu. Maku’ya geldik. Sınır Kapısı “Bazargan”a 25 km daha var. Yanımızda bir de Japon turist arkadaşımız oldu (5) dolara tuttuğumuz taksi bizi sınır kapısına ulaştırdı. Akşam oldu, karanlık çökmek üzere. Bazargan kapısında işlemler çabuk sürüyor. Gürbulak kapısında da öyle. Kapıda; Bekleyen dolmuşa binip 25 km uzaklıktaki Doğubeyazit’e ulaşıyoruz. Turgutlu’dan Ağrı Dağı tırmanışı için bu gün gelen (8) arkadaşımızla Golden Hill otelinde buluşuyoruz. Ağrı Dağı Rehberimiz Sefer Tokdemir’de bizi bekler buluyoruz. Yarın tırmanış için Ağrı Dağına doğru hareket edeceğiz.
Bu gezide şunların farkına vardık:
1- Her sokakta sıkça Banka şubeleri var. Faiz burada da haram sayılmamış
2- Kadınlar daha özgür gibi geldi. Sadece başlarının yarısını göz alıcı renklerde yalandan bir örtü atıyorlar. çarşıda pazarda alışveriş yapanların büyük çoğunluğu kadın.
3- Çarşılarda kadın iç çamaşırları açıkta satılıyor
4- Camiler daha mütevazi, 50-60 metrelik devasa minareler görmedik.
5- Yüksek sesle okunan ezan duymadık (hiç ezan sesi duymadık gib). Camilere zorlama yok. Bir kaç Camide namaz kıldık- Cemaat sayısı onu geçmiyordu. 6
6- Her köşe başında ücretsiz su sebili, ücretsiz WC, Şehirler tertemiz. Çöp görmek olası değil.
7- Türkiye’nin en küçük köyünde bile bir kaç tane olan ve erkek egemenliğinin simgesi KAHVEHANELERİ burada göremedik. Erkek kadın birlikte yaşamının daha etkin olduğunu erkeklerin eşlerini yalnız bırakmadıkları kanaatine vardık.
8- Bu güne kadar “Türk Tarihi” diye okuduğumuz tarihin taraflı ve yavan olduğunu anladım. Gerek Azerbaycan gerek İran Azerbaycan’ı halkının geçmişi tarihi hakkında yeterli bilgi verilmediğini, orada yaşayan Türk kardeşlerimizin dini inançlarının “Şia” olmasından dolayı yok sayıldığı, Aynı durumun İran tarafında da Türk tarihi konusunda yeterli bilgiler verilmediği kanısına vardık.
9- Özellikle Tebriz ve Maku’da konuştuğumuz yeni yetişen kuşağın hedefinin “Türkiye’ye ulaşmak, buraya yerleşip iş kurmak” olduğunun gözlemledik.
10- Özellikle İsfahan, Tebriz Parkları, yeşil alanları bol şehirler. Yeşil alanlar Alış Veriş Merkezleri yapılmak için feda edilmemiş.
11- Yorumu Size Ait Şeriat Nerede?
Celalletin ÖLGÜN
Yorumlar 1
Kalan Karakter: