DEMİRCİ MEHMET USTA İLE RÖPORTAJ
“Her şeyi ustamızdan öğrendik biz, terbiyeyi, iş sorumluluğunu, büyüklere saygı, küçüklere sevgiyi, ana, baba, vatan sevgisini, dürüstlüğü, yalan söylememeyi, her şeyi, her şeyi hep ustamızdan öğrendik. “
H. Bökü: Kendini tanıtır mısın ağabeyciğim? Adın, soyadın, doğum yeri, yılı…
M. Çimen: Ben Mehmet Çimen. Doğma büyüme Turgutlu’ luyum. 1940 doğumluyum.
H. Bökü: Hiç okula gittin mi?
M. Çimen: Babam beni okutmadı. Hala okuryazarlığım yok. Bu konuda rahmetli babama hala sitem ediyorum, onu hiç affetmedim. Kendi hayatımı kendim kazandım.
H. Bökü: Mesleğe ne zaman başladın?
M. Çimen: 10 yaşındaydım. Bir gün babam beni kattı önüne, bir demirci dükkânına götürdü. Herkes harıl harıl çalışıyor. Ocaktaki ateşten gözümü alamıyorum. Ateş beni büyüledi sanki. Meğer ki hayatımı o ateşe borçlu olacakmışım.. Babamın: “Gel lan buraya,” demesiyle sıçradım. Gittim yanına. “ İşte usta. Benim velet bu. Eti senin kemiği benim bundan böyle” dedi ve beni bıraktı gitti. Adının Mustafa olduğunu sonradan öğrendiğim ustam elime çalı süpürgesini tutuşturdu. “Temizle bakalım” dedi. Ben demirci çırağıydım artık. Bir sene boyunca dükkânda temizlik işi bana aitti. Haftada 15 kuruş alıyordum.
i. Erol: Bir yıl sonunda haftalığınız arttı mı?
M. Çimen: Yook! Bir yıl temizlikten sonra iki yıl körük çekme işi var. İki yılın sonunda, toplamda ancak üç yılda yekter kalfa olmaya hak kazanıyorsun.
H. Bökü: Yekter kalfa ne demek Mehmet Abi?
M. Çimen: Yekter kalfa yandan çekiç vuran kişi demek. Yekter kalfa, kalfa olmaya aday kişidir. Usta ile büyük kalfa karşılıklı durur, yekter kalfa ikisinin arasında. Üç kişi çekiç sallıyor, üç çekicin de birbirine değmemesi gerek. Ustanın çekici küçük. Bizim elimizde 6,5 kg lık varyozlar (Balyoz). Usta küçücük tık tıklarla bizim vuracağımız yeri gösterir. Hem tam gösterilen yere vurmak hem de zamanlamayı çok iyi ayarlamak zorundayız. Yekter kalfalık üç sene sürer. Üç yılın sonunda sınavda başarılı olursan kalfa olabilirsin.
İ.Erol: Ooo! Sizde de mi sınav var!
M. Çimen: Var tabi. Hem de ne sınav. Sınavı başaramazsan yekter kalfalıkta bir sene daha beklersin. Sonraki sınav bir sene sonra çünkü.
İ.Erol: Sınavda başarılı olmanın koşulu ne?
M. Çimen: Başarılı olmanın koşulu bir saat boyunca çekicini diğer çekiçle tokuşturmaman.
H. Bökü: Baban seni ustaya emanet ederken “Eti senin kemiği benim” demiş ya, gerçekten öyle mi oldu? Şiddet uygular mıydı usta?
M. Çimen: Dayak bol. Ben ustamdan, anamdan, babamdan çok dayak yedim. Ustamdan çok dayak yedim ama yine de yattığı yer cennet olsun, beni meslek sahibi yaptı. Hele bir gün hiç unutmam örsün başında çekiç sallarken küt dedi ustamın çekici alnımın tepesinde patladı. Bir anda yüzüm gözüm kan içinde kaldı. Yaptığım hata neydi hatırlamıyorum ya yanlış yere vurdum, ya da çekicimi diğer çekice tokuşturdum, “Aklını başına getirir bu senin. Dikkatini topla. Doğru dürüst yapacaksan yap bu işi ” dedi ustam.
H. Bökü: Eve dönünce annene babana söyler miydin ustanın seni dövdüğünü?
M. Çimen: Ustamı şikâyet edeyim de bir de evdekilerden dayak yiyeyim. Mümkün mü şikâyet etmek! Ben ustamın malıyım o dükkânda olduğum sürece.
İ.Erol: İşe başlayalı altı yıl oldu. Hala haftalıkta artış yok mu Mehmet Bey?
M. Çimen: Yok. Hala haftalık on beş kuruş. Ancak kalfa olunca artar. Kalfa haftalığı 25 kuruş.
İ. Erol: Peki bu ücretler standart mıdır? Yani ülkedeki tüm çıraklar, kalfalar hep aynı ücreti mi alırlar?
M. Çimen: Evet, hepsi aynıdır.
İ. Erol: Onbeş kuruş, yirmibeş kuruş… Bunlar zamanımızda gençlerin bilmediği çok küçük rakamlar. O dönemde onbeş kuruşun alım gücü neydi? Neler alabilirdiniz onbeş kuruşla?
M. Çimen: Eti, yağı içinde bir file dolusu pazar ihtiyacı görülebilirdi onbeş kuruşa. Pazara file veya kelterlerle gidilirdi.
H. Bökü: Sınav yapılacağı zaman ne gibi hazırlıklar olurdu, sınav töreni diyebileceğimiz şeyler olur muydu?
M. Çimen: Tabii tören olurdu. Sınav günü meydana kocaman bir örs çıkartılır. Kocaman kazanlar oturtulur ocaklara, aşureler kaynatılır. Aşureleri halktan kişiler gönüllü hazırlarlar. Sınav günü dualarla başlar. Kuran okunur. Sınav bitiminde konu komşu çanak çömleklerine aşurelerini alır evlerine götürürler. Sınav bir günde bitirilir, sonra her şey eski düzenine döner.
H. Bökü: Sınavı başaranlara bir şey yapılır mıydı?
M. Çimen: Başarısız olanlar doğru dükkâna gidip işine devam eder. Başarılı olana usta kendi eliyle deri önlüğü bağlar. O da ustasının elini öper. Böylece kalfalığa yükselir. Haa şunu da söyleyeyim, her çırak kendi ustasının karşısında sınav verir.
H. Bökü: Sınav günü nasıl kararlaştırılır? Belirli zamanları var mı sınavların?
M. Çimen: Kışın bizim işler yavaşlar. Yazın günde on balta yapıyorsak kışın bu üçe beşe düşer. Ustalar kahvede toplanırlar. Tabi ki kışın. Sınav gününü birlikte kararlaştırırlar. Her ustanın kalfa olacak kaç çırağı varsa alanda toplanırlar.
H. Bökü: Bize başından sonuna bir baltanın nasıl yapıldığını anlatabilir misin Mehmet Ağabey?
M. Çimen: Demiri ateşte kızdırırsın. Lale gibi parlayınca örsün üstüne alıp başlarsın dövmeye. O da bizim gibi dayakla yola geliyor fakirim. (Gülüşmeler) İyice dövüp yassıltırsın. Balta, olduğunda zindan gibi karanlıktır. Üzerine aks çeliğini koyarsın, tekrar ateşe atarsın. İyice kızardığında alırsın ateşten. Kıvılcım saça saça örsün üzerine getirilir. Yeniden dövülür. Kıvılcımların eline, yüzüne gelmesi, acıyla kıvranman hiç önemli değil. Kıvranamazsın ki zaten. Baltanın dövülme zamanı geçirilmez. İyice dövüldükten, çelikle demirin kaynaşması sağlandıktan sonra makasla düzeltmeler yaparsın. Soğuduktan sonra mengeneye sıkıştırıp üç parmak enindeki yassı eğe ile tesviyesini yaparsın. Sularsın. Sulanması da bittikten sonra taşa verirsin perdahlaması için. Perdah taşlarını karşıki dağlardan bulur yapar Hayri Usta. Bu kocaman taş bloklar develerle demirciler çarşısına getirilir. Yüklü hayvanlar ayağa kalkarken öyle bağırırlar ki insanın içi acır, zaman zaman o sesi hala kulağımda duyarım sanki. Demir ocaklarında çam odununun kömürü kullanılır. Karşıki köylerden kaçak alınır, hararlara doldurulur, sırtta taşınarak dükkâna getirilir.
H. Bökü: Bir günde kaç saat çalışırdınız? Öğleyin eve yemeğe gider miydiniz?
M. Çimen: Çok çalışırdık o zamanlar. Yoktu öyle şimdiki gibi günde sekiz saat çalışmak falan. Yapılacak iş çok. Sabah dört, dört buçuk gibi açılırdı dükkân, gece onlara kadar çalışırdık. Genelde dükkâna en erken usta gelirdi. Erken kim geldiyse o açardı dükkânı. Çünkü anahtar dükkândaki tüm çalışanların bildiği bir yere saklanırdı. Sabah ve akşam yemeklerini evimizde yerdik. Öğle yemeklerini usta ısmarlardı. Yemekten yarım saat önce çıraklardan biri Paçacı Ali’ ye gönderilir herkese yetecek kadar bol yumurtalı çorba ve ekmekler dükkâna taşınır. Masaya konur, yemek hep birlikte yenir. Yemeğe beslemeyle başlanır, sofra duasıyla yemek işi son bulur. Sofranın hazırlanması ve toplanması çırakların görevidir.
H. Bökü: Adlarını hatırladığın ustaları sayar mısın Mehmet Abi?
M. Çimen: Hepsini hatırlıyorum: Seferleen Koca Mustafa (Benim ustam) - İsmail Usta - Sami - Fındık Ömer - Manav İbrahim - Çakmak İsmail - Ağa İsmail (Ali İhsan Demirdöğen’in – Seramiksan’ın patronu- babası) - Şerif Usta - Ayı Cemal - Tahsin Usta - Avşarlı İbrahim - Pancar İbram - Çakıroğlu Ali - İzzet Usta
H. Bökü: Dükkânda ne tür işler yapılırdı, yani hangi araç gereçler üretilirdi?
M. Çimen: Hemen sayayım: Saban demiri (kovanlı), macır demiri (saplı), balta, tırpan, kıyı orağı, ekin orağı, kök kazması, kabak çapası, çatal çapa.
H. Bökü: Kalfalar ne zaman kendi dükkânlarını açarlar?
M. Çimen: Kalfalıkta da iyice pişmesi gerek. Birkaç yıl çalışılır. Sonra askere gidilir. Asker dönüşü kişinin maddi durumu iyiyse hemen dükkan açabilir ya da kaldığı sürece kalfa olarak dükkanda kalır. Ustalık seviyesine ulaşmış kalfaları elinden kaçırmamak için usta 25 kuruş daha zam yapar haftalığına. Yani çalışanın alabileceği en yüksek ücret haftalık 50 kuruştur. Ben askere gittim geldim bir süre sonra, yirmi dört yaşımda evlendim. Ev kira boğaz satın. “Usta biraz kıpırdasana” dedim anlaşmazlıktan geldi. Bir iki gün sonra “ Usta bak evlendim ev kira. Yetiştiremiyorum, biraz haftalığı artırsan” dedim. “Sanki biz çok mu kazanıyoruz, “ dedi. Baktım olacak gibi değil, ustamdan ayrılıp fabrikada (Pekcan beton fabrikası) demirci olarak çalışmaya başladım. Ömür boyu iki sıkıntı hiç yakamı bırakmadı; maddi sıkıntı, okuyup adam olamama sıkıntısı.
Yaaa işte benim çıraklıktan ustalığa geçiş hikâyem bu. O zamanlar ustaya Allah gibi tapılırdı. Ustanın dediği kanundu. Ana babamızdan çok ustamızın emeği var üzerimizde. Her şeyi ustamızdan öğrendik biz, terbiyeyi, iş sorumluluğunu, büyüklere saygı, küçüklere sevgiyi, ana, baba, vatan sevgisini, dürüstlüğü, yalan söylememeyi, her şeyi, her şeyi hep ustamızdan öğrendik. O da kendi ustasından öğrenmiş. Böyle nesilden nesile aktarılmış görgümüz göreneğimiz. Şimdi artık bu işler tarihe karıştı. İnsanların birbirini eğitmesi diye bir şey yok. Anaya babaya, öğretmene, büyüklere saygı yok. Öğretmen sınıfta çocuğun kulağını çekti mi mahkemede alıyor baba soluğu. Keşke o günler şimdi de olsa… Keşke bizim yaşadıklarımızı anlatan kitaplar, sinemalar olsa…
H. Bökü: Keşke demirciler çarşısı o haliyle kalabilseydi, müze haline getirilebilseydi…
İ. Erol: Keşke o dükkânların içinde çalışan çırakların, kalfaların, ustaların çalışma anını gösteren mumdan heykelleri yapılabilseydi…
H.Bökü: Anılarını bizimle paylaştığın ve sözlü tarih olarak geçmişe ışık tuttuğun için sana çok teşekkür ederiz Mehmet Ağabeyciğim.
İ. Erol: Çok teşekkürler Mehmet Bey. Size mutlu, sağlıklı, huzurlu bir yaşam diliyorum. Hoşça kalın. HALK İMDAT
Yorumlar 2
Kalan Karakter: