Mehmet GÖKYAYLA
Turgutlu’nun bugün var olan birçok köyü, 19. yüzyılda ve hatta bazıları 20. yüzyılın ilk yıllarında kurulmuş yerleşim yerlerindendir. Bölgedeki Türk-İslam egemenliğinin başladığı 1300’lü yıllardan günümüze dek geçen zaman içerisinde onlarca köy kurulmuş ve çeşitli nedenlerle yok olmuştur. Bugün var olan köylerin önemli kısmı ise yörük iskânları ile ortaya çıkmıştır. Musalar Yeniköy’den Baktırlı’ya, Çampınar’dan Dağyeniköy’e kadar arazinin hemen her yanına dağılmış durumda olan bu yerleşim yerleri, farklı yörük boylarının çeşitli dönemlerde yerleşmeleri ya da bizzat devlet eliyle yerleştirilmeleri sonucunda ortaya çıkmışlardır.
Tarihî süreç içerisinde yakın geçmiş olarak nitelendirilebilecek son iki yüz yıl içerisinde yerleşim yeri haline gelen bu köylerden birisi de Gökgedik’tir. İlçenin dağ köylerinden birisi olan Gökgedik, merkeze yaklaşık 12 kilometre mesafededir. Komşu köyler olan Kayrak ve Çatalköprü arasında üst nesillere dayanan akrabalık ilişkileri mevcutken Gökgedik, bu anlamda adı geçen diğer iki köyden farklıdır.
Köyde ikamet edenler, büyüklerinden duydukları doğrultusunda Karakeçili Yörüklerinden olduklarını ve atalarının Antalya dolaylarından bugün yerleştikleri bölgeye göç ettiklerini ifade etmektedirler. Yine kendi ifadelerine göre, köye yerleşilmesinin 150-200 yıllık bir geçmişi vardır.[1] Ancak 1830’lu, 1840’lı yıllarda hazırlanmış olan nüfus defterleri ile vergi kayıtları olarak nitelendirebileceğimiz temettuat defterlerinde bu köye ait herhangi bir kayda rastlamıyor olmamız, yerleşimin daha sonraki yıllara tekabül edebileceğini göstermektedir. 1326 (Miladî 1908) yılına ait Aydın Vilayeti Salnamesi’nde Gökgedik, Turgutlu’nun köyleri arasında zikredilmektedir.[2] Ancak on yıl kadar sonra, Yunan işgali günlerinde hazırlanan raporlarda detaylı olarak ilçenin tüm köylerine yer verilmesine rağmen, Gökgedik’in ismi geçmemektedir.[3] Dolayısıyla anlatılanlar ve kaynaklardan yola çıkarak buraya yerleşimin, 19. yüzyılın sonları ya da 20. yüzyılın ilk yıllarında başlamış ve idarî statüsünün yıllar içerisinde değişiklik geçirmiş olabileceği kanaatine ulaşmaktayız. Gökgedik’in kendi başına bir köy statüsü kazanmasının ise daha ileri bir tarihte gerçekleştiğini düşünüyoruz.
1927 yılında yapılan cumhuriyet tarihinin ilk nüfus sayımında Gökgedik, artık bir köy olarak karşımıza çıkmaktadır ve nüfusu 188’tir.[4] 1945 yılında Gökgedik’in nüfusu 285’tir. Bu sayı, 1955’te 312’ye, 1965’te ise 421’e yükselmiştir.[5] 1970 yılına gelindiğinde ise köydeki 98 hanede 454 kişi ikamet etmektedir.[6] Günümüze yaklaştıkça ise köyden kente göçün hemen tüm Türkiye’de giderek artması sonucunda nüfusun düşüşe geçtiğini görmekteyiz. Köyün nüfusu, Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, 2007 yılında 280, 2020 yılında ise 193 kişiden oluşmaktadır.[7] Arazinin yetersiz ve coğrafî şartlardan dolayı işlemesi zor bir yapıda olması ve köyde yetişen gençlerin çiftçilikten başka iş kollarına yönelmeleri, bu durumun başlıca nedenlerinden olmalıdır.
Köyde yerleşimin ilk ortaya çıkışı, Gökgediklilerin ‘pekmez damı’ dedikleri yapıların çoğalmasıyla gerçekleşmiştir. Üretilen üzüm pekmezlerini karanlık ortamda muhafaza edebilmek amacıyla bugün yerleşimin olduğu alanda ilk olarak tek bir dam inşa edilmiştir. Bunun ardından yanına bir benzeri daha yapılmış; benzeri yapılar zaman içerisinde çoğalmış ve bu gibi inşaat faaliyetleri, geçmişin yörüklerinin yerleşik hayata geçmelerine vesile olmuştur. Halen Yaz Yurdu, Kış Yurdu ve Güz Yurdu gibi kullanılmaya devam edilen mevki adları, yörük hayatının yansımaları olarak coğrafyada karşımıza çıkmaktadır. Köy ahalisi atalarının yaylak olarak daha yüksek irtifada olan Çukurcak Mevkii’ni, kışlak olarak da köyün bugünkü yerini kullandıklarını ifade etmektedirler.
Yörüklüğün izleri, yalnızca mevkii isimlerinde değil; köyün arazisinin iki farklı noktasında yer alan mezarlıklarda da görülebilir haldedir. Gökgedik’te birbirine uzak konumlarda iki yörük mezarlığı yer almaktadır. Halen yakınlarında herhangi bir yerleşim yeri bulunmadığı, mazide de o bölgelerde yerleşim yeri bulunduğuna dair bir veri olmadığı için ve anlatılanlardan yola çıkarak bu iki mezarlıktan söz ederken ‘yörük mezarlığı’ ifadesini kullanıyoruz.
Mezarlıkların ilki, az önce sözünü ettiğimiz Çukurcak Mevkii’nde yer almaktadır. Mezarlık, köye yaklaşık 8 kilometre mesafededir. Herhangi bir tapu ya da parselasyon kaydı olmayan ve orman parselinin içerisindeki küçük bir alanı oluşturan mezarlık, bir dönümden daha küçük bir alana yayılmaktadır. Ormanlık alanın içerisinde kalan mezarlıktaki ağaçlar, onlarca yıldır herhangi bir kesim ya da budamaya tabi tutulmadığından dolayı alan, coğrafyanın içerisinde kaybolmuş gibidir. Çevrede ormancılık faaliyetleri sürdürüldüğü halde buradaki ağaçlar, anladığımız kadarıyla mezarlara duyulan saygıdan dolayı budanmamış ya da herhangi bir kesim yapılmamıştır. Tamamı çevreden taşınmış ve üzerlerinde herhangi bir yazı ya da sembol olmayan mezar taşlarının günümüze ulaştığı Çukurcak Mezarlığı’nda 30 kadar mezar mevcuttur. Ormanla çevrelenmiş olan mezarlığın yakın bölgesi, çok düz olmasa da tarım arazileriyle doludur.

Diğer mezarlık ise köy merkezine daha yakın mesafededir. Bakımsızlıktan dolayı bu tür alanların birçoğunda yaşandığı gibi, tamamen otlarla kaplanmış olan bu mezarlık, diğerinden çok daha büyüktür ve mezar sayısı da daha fazladır. Yanındaki kiraz bahçesiyle birlikte çevresi tel çitle çevrilerek hayvanların zarar vermesi engellenmiş olan alandaki mezar taşları, yine tamamen doğal taştır ve üzerlerinde herhangi bir yazı ya da işaret yoktur. Çukurcak Mevkii’ndeki mezarlıkta yatanların kimliğine dair hiçbir bilgi mevcut değilken, ikinci mezarlığa halen bayramlarda ziyarete gelen köyden bir kişi olduğu söylenmektedir. Buradan yola çıkarak söz konusu mezarlığın daha yakın tarihlere kadar kullanıldığı ve dolayısıyla anılan bölgede yörük hayatının daha yakın zamana dek devam etmiş olabileceği sonucuna ulaşmamız olasıdır. Prof. Dr. Hasan Bahar’ın ifadesiyle mezar taşlarının boyutu, yerleşik hayata yöneldikçe küçülmeye başlamıştır.[8] Bu açıdan bakıldığında Çukurcak Mezarlığı’ndaki taşların diğer mezarlıkta bulunanlardan daha büyük olması da ikinci mezarlığın daha yakın dönemlere ait olduğu düşüncemizi destekler durumdadır.
Doğrudan mezarlık olmasa bile konuyla ilgili olarak anmadan geçmemek gereken bir diğer husus da yerel bir inanışa dairdir. Gökgedik köy merkezine 5 kilometre kadar mesafede ve bahsettiğimiz mezarlıkların arasında, ‘Gelinin Mezarı’ adıyla anılan bir mevki yer almaktadır. Rivayete göre, burada bir gelin vefat etmiş ve defnedilmiştir. Gelinin kimliği, yaşı, ölüm nedeni ya da zamanına dair köylülerin bir bilgisi yoktur. Yöre halkı, yakın zaman öncesine kadar burada mezar gibi bir yapının var olduğunu, ancak şu anda mezarın bir süre önce genişletilen orman yolundan dolayı zarar görüp kaybolduğunu ifade etmektedirler. Anlatılanlardan yola çıkarak bahsi geçen inanışın artık unutulmaya başladığı, bu olgunun kökeninde bir gerçeklik belki varsa dahi, günümüze isim dışında herhangi bir bilgi ulaşmamış olduğu açıkça görülmektedir.
Her yerleşim yerinin kendisine göre bir tarihi vardır ve bu tarihin bilgisi, önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, yörenin geçmişine ışık tutacaktır. Ancak önümüzdeki en büyük engel, özellikle köylerimize dair belge bulmanın zorluğundan, hatta çoğunlukla imkânsızlığından kaynaklanmaktadır. Gökgedik örneğinde olduğu gibi, bugün için ancak eksik de olsa sözlü tarih ve kültür araştırmalarıyla sahada kalan mezarlıklar gibi veriler incelenerek bunlar üzerine yorumlar yapılabilir durumdadır.
Gökgedik köyünün arazisinde mevcut olduğu halde burada yer veremediğimiz bir diğer kıymet de, yol üzerlerindeki çeşme yapılarıdır. Gökgedik’in çeşmelerini ve çeşmelerin özelliklerini de önümüzdeki günlerde Mustafa Altınbaş’ın kaleminden okuyacağız.
Yorumlar
Kalan Karakter: