Yaşadığımız olağanüstü günler
Salih Özbaran
2020'nin ilk aylarında olağandışı günler yaşamaktayız. Ne zaman hangi limana sığınacağımızı bilmiyoruz. Tedirginliğimiz sürüyor. Koronavirüs (Covid - 19) salgını tüm dünyayı sarmış durumda. Görünmeyen, dokunulamayan, teknik ilerlemenin yol açtığı modern silahlarla karşı konulamayan bir tehdit. Orduların başa çıkamayacağı sinsi bir düşman. İstilayı ve yaptığı tahribatı durdurmak, ölümlere son verebilmek için tıp dünyası canla başla çalışıyor. Dünya şaşkın, Türkiye şaşkın. Geleceğimiz için "artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak" söylemiyle yepyeni bir çağa girileceğini dile getirenlerin sayısı günden güne artmakta. "Post-modern" dünya yerine "post-corona" (korona sonrası) sürecin başlayacağı varsayılıyor. Cumhuriyet'in 4 Nisan 2020 tarihinde dördüncüsünü verdiği ekteki "COVİD-19 SALGINI UYGARLIĞIMIZIN NE KADAR DAYANIKSIZ OLDUĞUNU ORTAYA ÇIKARDI, İklimsel krizin küçük modeli" makalesi çok güzel özetlemiş yeryüzündeki yıkımı:
"Koronavirüsün (Covid-19) birçok ülkeyi içine sürüklediği yıkım, oysa ne olduğu tam olarak bilinen bir tehlike karşısında gösterilen ihmalin insani maliyetini ortaya koyuyor. Kaderden bahsetmek gerçekliğin üstünü örtemez. Önlem almak tedavi etmekten yeğdir. İklimsel ısınmayı azaltmak için sürdürülen mücadeledeki ertelemeler ileride çok daha dramatik olaylara neden olabilir".[1]
İstenildiği kadar insan yapısı veya laboratuar üretimi denilsin, istenildiği kadar siyaset ortamında ve medya dünyasında senaryolarla dillendirilsin, hatta istenildiği kadar insanoğlunun "korona" tehlikesiyle akşamdan sabaha değişemeyeceği, küreselleşmiş kapitalizmin gücünün kolaylıkla kaybolmayacağı yargısına varılsın; dünyada (ve onun bir parçası olan Türkiye'de, onun da bir parçası ve memleketim olan Çaldağı/Turgutlu örneğinde, sayısız diyebileceğim yıkımlarda sorumsuzca, saygısızca, gaddarca) doğaya yapılan insaf kaldırmaz müdahalelerin getirdiği sonuçlar yok sayılamaz; "korona" belasının insanlık tarihinde yol açmakta olduğu tahribatın, yaşanılagelen iklim değişikliğine neden olan, doğaya karşı ve aşırı kâr hırsıyla beslenen doyumsuzluğun işlediği suçları affettirmez. Bu aşamada ben sizi o dahi kişi Mustafa Kemal Atatürk ve destekçilerinin, yurtseverlerin İstiklâl Savaşı yıllarını hatırlayayım, Cumhuriyet'in kök saldığı 15 yıl sürecine götüreyim; Kurtuluş Savaşı'nı ve devrimleri sıralama gereği duymadan çevre sorunları, ekolojik atılımlar ve bataklıkta kalmış sağlık problemleri bağlamında nasıl planlamaların yapıldığını, nasıl uygulamalara konulduğunu ve nasıl canla başla çalışıldığını anımsatayım. Her fırsatta o muhteşem zaman dilimine karşı dil uzatanların düştükleri tarihsel hatadan dolayı duyduğum/duyduğumuz üzüntüyü iletmiş olayım.
Atatürk'ün öngörüleri, dehası
Birleşmiş Milletler (BM) aracılığıyla 5 Haziran 1972 yılında Stockholm'da 119 ülkenin katıldığı "Çevre ve Sürdürülebilir Kalkınma" için işbirliği kararından yıllar önce O Yüce İnsan'ın -Kurtuluş sürecinin ortasında dile getirdiklerini de dikkate alarak söylemeliyim ki- 1921 tarihinde, savaş dumanlarının ortalıkta gezindiği günlerde, bakınız çocukları ve torunları cennete dönüştürmek istediği vatan için neler hedefliyordu:
"Yaşamak için, mesut olmak için, ne lazımsa iktisat demektir... Yeni ilim ve iktisat zaferlerine hazırlanalım... Bu vatan çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya layık bir vatandır. Bu memleketi cennet haline ancak ekonomik önlemlerle getirebiliriz".
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı'nın sona ermesinden çok kısa bir zaman sonra, henüz Lozan Konferansı sonuçlanmadan, İzmir'de yapılan İktisat Kongresi'nin 17 Şubat 1923 tarihindeki açılışında yaptığı konuşmada ise bakınız sorunu ne denli ciddiye almıştı:
"Uyuşukluklar ve ilgisizliklerle geçen yüzyılların ekonomi varlığımızda açtığı yaraları iyileştirmeliyiz. Yurdumuzu varlıklı ve mutlu yurttaşların, bayındır ülkesi haline getirmek için ne yapmamız gerektiğini bulmalıyız. Ekonomimizin temelini tarım oluşturduğundan, endüstriye geçerken tarım endüstrisinden başlamalıyız. Ayrıca dışa bağımlı olmadan endüstrileşmemiz gerekiyor... Türk halkı tükettiği eşyayı kendi üretir, çok çalışır. Vakitte, servette ve ithalatta israftan kaçınır; milli üretimi temin için icabında geceli gündüzlü çalışır".
2017 yılında Cumhuriyet'in kazanımları üstüne İzmir'de düzenlenmiş konferans sırasında Profesör Ulviye Özer'in sunduğu "Çevreye Bakış" bildirisinin sonuna yerleştirdiği yorumla bitireyim şu yaşamsal sorunla ilgili ilk yazımı. Dahi'nin plan ve programıyla ilgili sözlerini:
"Uzun süre savaşlar ve göçler nedeniyle fakirleşmiş, insanlarını kaybetmiş ve yeterince eğitilememiş Türk Ulusu Atatürk içinde 'ün önderliğinde; bilhassa sürdürülebilir arazi yönetimi, tarım ve kırsal kalkınmada çok başarılı oluyor. Tüm zamanların en büyük asker ve devlet adamlarından biri olarak kabül edilen Gazi Mustafa Kemal Atatürk başarıları nedeniyle, mucizevi işler yapmış bir deha olarak yorumlanagelmiştir. Ancak yaptığı işler muhakkak ki mucize değildir. Dahi Atatürk dehasını belli bir yöntem izleyerek kullanmış ve başarıya ulaşmış üstün yetenekli bir insandır".[2]
Yorumlar
Kalan Karakter: