Salih Özbaran
Çok gerilere gitmeyeceğim, çok önceki yıllara değinmeyeceğim. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş süreci ve felsefesini silip atmak isteyenlerden söz etmeyeceğim. Sadece, son zamanlarda kendilerini tarihçi tahtında gören İktidar yetkililerinin yorumlarından iki örneği dile getireceğim. Cumhurbaşkanı, 19 Mayıs ile ilgili olarak tarihçileri uyardı; Osmanlı tarihine nasıl yaklaşılabileceğinin şifrelerini hatırlatmak istedi; Osmanlı kuruluş dönemiyle ilgili bir televizyon dizisini örnek gösterdi; dolayısıyla kendi tarih anlayışını açıklama gereğini duydu - daha önceleri zaman zaman yaptığı gibi. 31 Mart 2019 tarihinde İstanbul'da Büyükşehir Belediye Başkanlık seçimini kazanan ve mazbatayla onaylanan, ancak AKP'nin itirazı sonunda yenilenmesi kararlaştırılan (Ekrem İmamoğlu'nun bu kez ezici bir çoğunlukla kazandığı) seçim öncesinde tarih yine kullanım alanına sokuldu. Hükümet yetkililerinin çok ciddi rakip olarak gördüğü Ekrem İmamoğlu'na "Pontus" kimliği giydirilmek istendi. Böylece farklı bir etnik, dil ve din üzerinden ayrımcılık yapılırken Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerini zedeleme yoluna gidildi. Trabzon örneğiyle Fatih Sultan Mehmed'in Osmanlı topraklarına kattığı Pontus Devleti'ne bağlayarak Karadenizlilere kimlik yakıştırılmak istendi. Tarihin bir inşa süreci olduğu unutuldu; Osmanlı İmparatorluğunun etnik yapısının/ırkın (AKP'nin tarihe baş tacı yaptığı Osmanlı için dahi hiç uygun düşmeyen) yaklaşım dillendirildi. Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlıdaki tabiiyet yerine konan yurttaşlık bilinci kenara itildi, "reaya"nın sorumluluk ve yetkili vatandaşlığa yükseltildiği evre yok sayıldı.
Tarihçilik ciddi (çok ciddi) meslektir
Benim (ve bizim) gibi bu meslekte biraz kafa patlanmış akademisyenlere yol göstermeye çalışıldı bir bakıma! Daha doğrusu, tarih(çilik) adına -kendi doğruları- müthiş bir medya aracılığıyla bizlere iletildi. Ne var ki, bu işlerin içinden gelen biri olarak bana da -yeniden- bir şeyler söyleme olanağı (doğal olarak yetkisi) doğdu. Cumhurbaşkanı'nın 19 Mayıs yorumu ve AKP'nin "Pontus" geçmişini anımsatma girişimi, sıradan bir yurttaş (hatta benim dikkate almayacağım bir tarihçi) tarafından yapılsaydı üstünde durmazdım; "bu tarihin de nasibi bu" deyip geçerdim, "Hiç matematik bilmeyenin matematikten bahsettiğini görmedim" ve tarih için "talihsiz bir bilgi dalı olsa gerek" deyip kulağımı/gözümü kapatırdım; böylece de A.H.Tanpınar'ın bu sözlerini anımsardım. Ama Türkiye Cumhuriyeti'ni temsil eden bir şahsiyetin "sanki milletimizin tarihi 1919'da başlıyormuş gibi" bir yükleme ve sorgulamasına, bu arada kimilerince ırkçılık yapılarak Cumhuriyet Devrimi'nin çağcıl değerlerini küçümseyen Pontus yağmasına yabancı kalamazdım. Ben burada tarih incelemelerini ve tarih öğretimini ciddiyetle ele alanların tarihi ne tür periyotlara ayırdıklarını, hatta Türk ve İslam tarihlerini nasıl Avrupa merkezli çağlara böldüklerini dile getirmeyeceğim. Tarihsel süreci keskin rakamlarla da bölmeyeceğim. Cumhuriyet ile ulaştığımız yıllardan bahsedeceğim; asıl söz ve yetki sahibi olanların tanımlamalarına saygı göstereceğim.
Kimlik Üstüne
Yüzyıllık yaşamındaki incelemeleriyle Osmanlı tarihçiliğine damga vurmuş olan Halil İnalcık, Imperial Legacy (Emperyal Miras,) başlığını taşıyan ve 1996 yılında yayınlanan bir derleme için yazdığı makalede "Osmanlı İmparatorluğu'nun kimliğinin/mirasının sadece Türklükle tanımlanamayacağını anımsatmıştı Batı dünyasına -dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına- engin bilgisiyle. Türkiye Cumhuriyeti'nin Osmanlı olmadığını da her fırsatta vurgulamıştı. Son yılların ve zamanımızın popüler tarihçisi İlber Ortaylı ise, Osmanlı yapılanmasıyla ilgili olarak coğrafyadan, politikadan, kültürden kaynaklanan etkileri göz önünde tutarak Doğu Roma / Bizans, yani Yunan kültürünün önemine değinmiştir sürekli olarak.[1] Ortaylı iki önemli hususu da dile getirmiştir: Osmanlılarda Türklük bilinci yoktu; ancak Türkçe temel öğeydi. Bu sözleri iyi analiz etmek gerekiyor: Savrulmuş bir söylem midir bu tanımlamalar, yoksa tarihsel dayanakları var mıdır, nelerdir? Bu savları benimsemeyen tarihçilerin sağlam tutanakları nelerdir? Osmanlı'nın "Türk"ü dışlaması yargısı yüzyılların tanıklıklarından ne denli ve nasıl yansıtılabilmiştir?
Önce, kimlik üstüne yaptığı çalışmalarını yakından tanıdığım, görüşlerinden yararlandığım ve zamansız yitirdiğimiz çok değerli dostum Nuri Bilgin'in Kimlik İnşası kitabının Önsöz'ünde yer alan şu sözcüklerini nakledeyim, sorunun ne denli girift olduğunu anımsatayım: (Bir sonraki yazımda da meseleyi sonuçlandırmaya çalışayım).[2]
"Kimlik Kavramı, cazibesi altında kaybolan ilginç kavramlardan biri. Zihnimizi aydınlattığı kadar da karartıyor; açıkladığı kadar da cevapsız bırakıyor, çözdüğü kadar da sorun getiriyor. Çelişkili, paradoksal, değişken, çok yönlü, karmaşık bir olgular yumağı".
Yorumlar
Kalan Karakter: