Geçmişin ayak izleri
Hacıisalar'da Osmanlı mezar taşları
TARİH, ulusların, medeniyetlerin, ülkelerin kuruluşlarını, yapmış oldukları savaşlar ve antlaşmaları yer ve zaman göstererek sebep-sonuç ilişiğinde inceleyen bilim dalıdır. Bu bilime en büyük katkıyı sunan öğeler ise paleografik ve epigrafik belgelerdir. Paleografik belgelerin büyük çoğunluğunu oluşturan vergi, mahkeme kayıtları, nüfus kayıtları, tamirat-tadilat sözleşmeleri, antlaşmalar vb. konuları içeren, rutin olarak tutulan ve sürekliliği olan verilerdir. Paleografik eserler bir kâğıt, parşömen gibi ögeler üstünde yer aldığı için epigrafik eserlere nazaran sayıca üstünlüğe sahiptir. Epigrafik eserler ise çok daha uzun ömürlü olabilmeleri amacıyla mermer, taş, ahşap gibi sert objelerden üretilmekte ve bu yüzden paleografik eserlere göre daha önemli veriler içermektedir. Örneğin Turgutluya ait olan Osmanlı dönemi nüfus kayıtları paleografik belgeler iken, Hacıisalar köyünde yaptığımız alan araştırmasında karşımıza çıkan mezar taşları epigrafik buluntular olarak değerlendirilmektedir.
Tarih, insanoğlu için aslında bir doğum, yaşam ve ölümden ibarettir. Bu serüvenin şüphesiz en çarpıcı olanı ise ölümdür. Geçmişten günümüze kadar insanoğlu daima ölümü merak etmiş ve konu özelinde sürekli bir arayış içinde olmuştur. Bu arayış ile beraber ölüm kültü ve defin ritüelleri ortaya çıkmıştır. Ritüeller, yapılan ayinler coğrafyaya ve medeniyetlere göre değişmiş; hatta tarih içerisinde çeşitli gelişmeler göstererek günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bazı toplumlar bedenin günahlardan arınması için ölülerini yakarken bazı toplumlar ise ölüm hadisesini yeniden bir diriliş gibi görmüşler ve defin işlemini bu inançlar üzerinde gerçekleştirmişlerdir. Örneğin ölüm hadisesi Antik Yunanda ve Mezopotamya inançlarında geri dönüşün olmadığı, hayatın tamamen sona erdiği bir olgu olarak görülürken, Antik Mısır dininde ise tanrı Osiris gibi çürümüş bedenden manevi bir Osirisin filizlenmesi olarak da görülebilmektedir.[1]
Türk toplumu, gerek geçmiş inançları gerekse manevi hissiyatından dolayı daima ölüye büyük saygı göstermiş ve hatta şahsa kutsiyet yüklemişlerdir. Merhumun kabrini sürekli olarak ziyaret edip, ondan çeşitli isteklerde bulunarak hastalıklarına şifa olmasını dilemektedirler. Türklerin Orta Asyadan bu yana geçirmiş oldukları tarihî seyir içerisinde dini farklılıklardan dolayı defin kültleri de değişim göstermiştir. Ölülerin başlarına diktikleri balballar ile şahsın morfolojisini ve hayatından parçaları esere işleyerek geçmiş yaşamının unutulmamasını sağlamışlardır.
Tarihte mezar taşlarına morfolojik olarak antropomorfik yani insan biçimli unsurlar yükleyen tek toplum Türklerdir denilebilir. Ortaya çıkarmış oldukları mezar taşlarında bir insanın bedenini işleyen unsurlar meydana getirmişler ve bu sayede eserin bir sanat abidesi olmasını sağlamışlardır. Orta Asyadan Anadoluya göçlerine kadar Türk mezar taşları da biçimsel olarak değişim göstermiştir. İlk dönemlerde taş balballar ve kurganlar kullanılırken, İslamiyetin yayılışının ardından bunlar put olarak görülmüş ve mezar taşı kültürü değişerek Selçukludan itibaren daha yazıtsal hale gelmiştir. Ancak bu görüş mezar taşının biçiminde ufak tefek farklılıklara sebep olmuştur. Balbalların yerine bir omuz ve baş kısmına sahip, birebir insan tasvirli kaş-göz gibi süslemelerin yerine ise daha bitkisel doğayla iç içe geçmiş bezemeler yapılmaya başlanmıştır.
Selçuklu mezar taşlarının ardından gelen süreçte bir Osmanlı mezar taşları geleneği başlamış ve antropomofik unsurlar Osmanlı dönemi mezar taşlarında da devam etmiştir. Osmanlı mezar taşları, gerek taşın süslemesinden gerekse üstüne pozitif veya negatif olarak kazınan kitabesi ile diğer taşlardan farklılık göstermektedir. Taşın üstündeki bezemeler şahsın sosyolojik durumu ile ilgili bilgi sunarken, kitabesi ise şahsın kimliğini şiirsel bir dille bizlere aktarmaktadır.
Hacıisalar köyü mezarlığında yapmış olduğumuz araştırmalar neticesinde Osmanlı dönemine ait toplam 10 adet mezar taşı tespit ettik. Bu sayı göze az gibi gelse de aslında veri olarak büyük öneme sahiptirler. Taşların miktar olarak az olmasının sebebi olarak ise bazılarının taban altında kalarak tamamen gömülü vaziyete bürünmeleri, bazılarının zamanla tahribata uğrayıp yok olmaları gibi yorumlar yapılabilirken ancak bu yorumlara kanıt bulunmadan öne sürdüklerimiz, yalnızca çıkarım hüviyetinde kalacaktır. Ancak zannımızca mezarlık alanında bulunan kayrak mezar taşları sayıca büyük orana sahip olduğundan köy halkının ileri gelenleri haricinde, şahısların ölümünün ardından başlarına bahsi geçen taşların dikilmiş olabileceğini düşünmekteyiz. Yarı göçebe bir yaşama sahip yörük-Türkmen yaşantısına özgü bu taşlar düz bir kayrak taşa ve yazısız bir biçimde sadece (bazılarında ise mensup oldukları aşiret veya boyun tamgası olabilir- ki bu taşar tarihsel olarak bölgenin Türkleşmesine kadar gitmektedir) bölgenin belli olması için konulmaktadır.[2]
Ele geçirdiğimiz toplam on mezar taşının sekiz tanesinin tarihi bilinmekle birlikte iki tanesinin tarih kısımları tahrip olduğundan dolayı tespit edilememiştir. Her taşın kitabesi olmakla birlikte yalnızca altısının tamamı sağlam bir şekilde günümüze ulaşmıştır. Bu taşların yalnızca iki tanesinde başlık görülürken geriye kalan altı adedinin başlığı ve süslemesi bilinmemekte ikisinin ise sadece belli parçaları kaldığı için başlığı aynı zamanda cinsiyeti de belirlenememiştir. Taşların içerisindeki tarihi en eski örnek Hicri 1201/Miladi 1787 yılına tarihlenen Demirci İlyas oğlu Musaya ait mezar taşıdır. En geç tarihli mezar taşı ise Hicri 1313/Miladi 1896 yılına tarihlenen Çobanoğlu Mehmed Ağaya ait mezar taşıdır.
Taşlar dikdörtgen prizmal bir gövdeye sahiptir. Yalnızca ikisi tepelik kısmından tabana kadar bir daralma göstermekte diğer sekiz taş ise düz bir hat ile kendini belli etmektedir. Taşların formuna bakarak yalnızca bir mezar taşının bayana ait olduğu görülmektedir. Boyun kısmına sahip olan iki taşta ise mezar taşlarında sıkça karşımıza çıkan Hamidî fes tepelik kısmını taçlandırmaktadır. Feslerin imameleri önden sarkıtılmıştır ve tepeliğe stilize bir özellik katmıştır. Elde bulunan taşlarda -fes haricinde- tahribata uğradıkları için herhangi bir bezemeye rastlanılamamıştır. Taşlardan çıkan veriler ile birlikte sülalelerin hala köyde ikamet etmeye devam ettiği tespit edilmiştir. Taşların günümüz Türkçesine transkripti aşağıdaki gibidir:
1- Hüvel-Hayyül- Bâkî
Gelüb kabrimi ziyâret iden ihvân
Okusun sûre-i
Tâhâ ile rahmân
Beni mağfiret eylesünyezdân
Kabaçınar karyesinden
Hacı Mustafa oğlu
Ömer ruhuna fâtiha
Sene 1207/1793
2- (Kırık)
Bulam ta ki resulünden şefaat
Demirci İlyas oğlu Musa
Ruhîçün el-fâtiha
Sene 1201/1787
3- Sene 1308/1891
Hüvel-Hayyül-Bâkî
İlâhienterahmâni
Ricali minke gufrâni
Velatahzebî-isyâni
Ve kemmül külle noksâni
(Kırık)
4- Âh- Minel- Mevt
Musa oğlu
Merhum İlyas
Ruhuna fâtiha
Sene 1212/1798
5- Hüvel-Hallâkül-Bâkî
Müyesser oldu bana şehâdet
İlâhi sen nasib eyle saâdet
(Kırık)
6- (Kırık)
Kazasının karyesinden
Mustafa kerimesi Zeyneb
Ruhuna fâtiha
7- Sene 1304/1887
Hüvel-Mûîn ilâhi
Enterahmâni ricali
Minke gufrâni
Velatahzebî-isyâni
Ve kemmül külle noksâni Hacı
Mustafa oğlu Ahmed
Ruhuna fâtiha
8- Hüvel-Bâkî Sene 1213
Bu dünyada bulmadım hiç rahatı
Anînçünbekâya ettim rıhleti
Aklı olan benden alsın ibreti
Çobanoğlu Mehmed
Ağanın ruhuna
Fâtiha
9- Hüvel-Bâkî
(Tahrip görmüş) İlyas
Oğlu Demirci
Hacı Mehmedin
Ruhuna fâtiha
10- Hüve'l-Bâkî Sene 1208
Sundu zehrin âkıbet ben ecelden firâr kıldım
Kuşlar karyeli Mahmut oğlu Mehmet nâmım benim
Ruhuma bir fâtihabahş eyle ey sâhib-i
Güzâr
Kaynakça
ÇAĞLAR, İ.M, ERALACA, Hasancan vd.,Kemalpaşa (Nif) Tarihi Mezar Taşları, Kemalpaşa Belediyesi Kültür Yayınları, 2021, İzmir, s.43.
GÜRKAN, S. Leyla, (2007), Ölüm, TDVİA, (34), İstanbul, s. 32-35.
[1] GÜRKAN, S. Leyla, (2007), Ölüm, TDVİA, (34), İstanbul, s. 32.
[2] ÇAĞLAR, İ.M, ERALACA, Hasancan vd.,Kemalpaşa (Nif) Tarihi Mezar Taşları, Kemalpaşa Belediyesi Kültür Yayınları, 2021, İzmir, s.43.