Okunası Kitaplar
TÜRK EDEBİYATINDA VEFANIN VE ÜRETKENLİĞİN SEMBOLÜ: SELİM İLERİ
Mehmet Gökyayla
Orta sona geçtiğim yaz, yaşıtım olan bir akrabamdan duymuştum Selim İleri’nin adını ilk defa. Bir Akşam Alacası romanı vardı elinde. İleri’nin yazdıklarının aslında tam da roman olmadığını, romanımsı metinler olduğunu ama insanın içine işleyen bir anlatımı olduğunu söylemişti elindeki kitabı gösterirken. Tam o sırada odaya giren annesi, “Ben sana yasaklamadım mı böyle ahlâksızca şeyler okumayı!” diye bağırmıştı. Şaşkınlık üstüne şaşkınlıktı o an ardı ardına yaşadığım. Daha önce adını bile duymadığım bir Türk yazarın romana benzeyen ama tam da roman olmayan bir kitabı vardı ortada ve bu kitap bir büyüğümüz tarafından ‘ahlâksızca’ diye nitelendiriliyordu.
Bizim evimizde de, dedemin evinde de binlerce kitap vardı. Keza alt komşumuz Mehmet Marangozoğlu’nun da bir sürü kitabı vardı ve o güne kadar herhangi bir kitap için böylesine olumsuz bir sıfat kullanıldığına şahit olmamıştım. Bir kitabın yaşıma uygun olmadığını söylerlerdi kimi zaman büyüklerim ya da siyasî içerikli olduğunu, ki bu da yine yaşıma uygun olmadığı anlamına geliyordu aslında.
O günlerde Agatha Christie, Stephen King ve Dean R. Koontz romanları okuyordum arka arkaya. Yavaş yavaş da Reşat Nuri, Sait Faik ve Peyami Safa ile Türk edebiyatına giriş aşamasındaydım. Bu Türk yazarlar tamamen bilinçsizce seçilmişti. Onları okumamdaki neden, evde kitaplarını kolayca bulmam ve her nedense bu kitapların dikkatimi çekmesiydi. Evimizde Yakup Kadri ve Halide Edip’in de kitapları vardı mesela ama o sıralar bu iki yazarın kitapları bana çekici gelmemişti. Okul, dersler ve saydığım yazarlar derken yukarıda aktardığım diyalog, unutulup gitti.
Aradan birkaç yıl geçti. İzmir’e gittiğimde uğradığım kitapçılardan birisi de Alsancak’taki Mephisto Kitabevi’ydi. Burası muhtemelen birçok okurun hafızasında hoş tasarımı ve hemen her zaman girişte, kapının hemen sağ tarafında uzanan Çin aslanı cinsi köpeğiyle yer etmiştir. Mephisto’ya bir uğrayışımda satın aldığım üç kitap da aklımda. Fethi Naci’nin 50 Türk Romanı ile Selim İleri’nin iki kitabı: Destan Gönüller ve Hatırlıyorum. Fethi Naci’yi Cumhuriyet Kitap’ta okuyordum ve ayrıca bu kitabından dedem de bahsetmişti. Dolayısıyla bu kitabı almamın gerekçeleri belli fakat Selim İleri’nin kitaplarını hangi itkiyle aldığıma dair hiçbir fikrim yok bugün. Belki de İyi Şeyler Yayınları’nın o güzel kapak tasarımları hoşuma gitmişti. Bu üç kitap, benim okurluk serüvenimde çok önemli yeri olan, her biri kendince bana yol açan temel eserlerden oldular. Fethi Naci’den romanın ve eleştirinin, eleştiri kriterlerinden hiç değilse bazılarının neler olduğunu, Selim İleri’den ise edebiyatta duyarlılık ve vefanın, kadirbilirliğin ne olduğunu öğrenmeye başlayacaktım zaman içinde.
Lise yıllarımda Destan Gönüller’den yeterince zevk aldığımı, kitabı çok beğendiğimi söylemem doğru olmaz belki. Ancak Hatırlıyorum, o yıllarda yepyeni limanlara yelken açmamı sağlamış; sonraki her okumamda da hem anlattıkları hem de anlatımıyla ayrıca etkilemiştir beni. Bu kitap, bir anlamda Selim İleri’nin deneme üslubuyla tanışmama vesile olmuştur, diyebilirim. Selim İleri tutkum da işte böylece başlamıştı.
Selim İleri, edebiyatımızda öncülü olmayan bir yazar. Aslında bir taraftan bakınca da Behçet Necatigil’den Hüseyin Rahmi’ye, Kerime Nadir’den Ahmet Haşim’e ve hatta Peride Celal’e kadar tür ve üslup olarak birbirleriyle herhangi bir ortak noktası bulunmayan onlarca yazar ve şair, onun beslendiği kaynaklar… Onun kadar kendinden önceki edebiyatı, belki edebiyatın da ötesinde yazı birikimimizi sahiplenen, kendinden öncekileri benimseyip yücelten bir yazarımız olmadı bugüne kadar. İleri’nin denemelerini ve bazı romanlarını okuyunca kendisinden önceki yazar ve şairlerle tanışması ve onlar hakkındaki düşünceleri açıkça görünecektir.
Edebiyatçıların yeri ayrıdır elbette Selim İleri için ama onun nezdinde özel bir konuma sahip olanlar yalnızca yazar ve şairler değildir. Tiyatrocular, sinema oyuncuları, ressamlar, yönetmenler… Hepsi de onun eserlerinde değerlerine kavuşacaktır.
Geçmiş, bir daha geri gelmeyecek zamanların, mazinin sanat dünyasında öyle ya da böyle kendilerine özgü birer yeri olan simaların, İleri’nin yazdıklarında var olması, yazarın muhafazakârlığından veya ilk bakışta akla gelebileceği gibi nostaljik tutkudan kaynaklanmamaktadır. Geçmişte var olan estetik değerlerin, güzellik algısının nüfusu giderek artan kentlerde hiçe sayılması, hayatın her alanının daha fazla zenginliğe ulaşmak isteyenler tarafından istila edilmesidir onu eski günlere yönlendiren. Birçoğumuzu rahatsız eden bilgisiz ve kültürsüz ama bir şekilde paraya ulaşan kitle için bir zamanlar Boğaziçi’ni birer inci tanesi gibi süsleyen ahşap köşklerin ne kıymeti olabilir ki? İşin kötü tarafı, günümüzde birbirinin aynı birçok villadan herhangi birisinde yaşamak, hemen hepimiz için sıradan bir hedef haline gelmiştir.
Hal böyle olunca çocukluğundan itibaren düşünceleri, dünyaya ve olaylara bakışı netleşecektir Selim İleri’nin: “Gerçek yaşamda, hayhuylu günlerde çoğu kez düşünmeden, alımlamadan geçip gittiğimiz ayrıntılar hep kitaplardaydı. Her günkü gelişigüzel algılarımızı, alılmayışlarımızı bize keskin bir anlatımla yansıtan yazarı, sonraları da ressamı, sinema sanatını günün sıradanlığına nasıl fırlatıp atabilirdim!”[1]
Ta o günlerden itibaren okumaya ve yazmaya, tedavisi olmayan bir hastalıkmışçasına tutulacaktır Selim İleri. Yazmak çok önemlidir onun için elbette ama okumak belki yazmaktan da ileridedir. Okuduğu ve onlarca yıldır yeni kuşaklara aktardığı, tanıtmak için elinden geleni yaptığı birçok yazarı vardır. Örneğin edebiyat kamuoyu tarafından çoğunlukla ciddiye alınmayan, harcıalem diye nitelendirilen Kerime Nadir’in eserlerinin yeniden basılmasında doğrudan doğruya onun emeği söz konusudur. Selçuk Baran’dan Peride Celal’e çok sayıda yazarın eserlerine genç okurun yönelmesi de bence Selim İleri’nin yazdıklarıyla, onun yazılarının okunmasıyla gerçekleşmiştir.
Bu gibi çabalarındaki amacı, değer verdiği yazar ve eserlerin yaşamasını sağlamaktır. Onun “Hüseyin Rahmi için birçok yazı yazdım. Onu ve özellikle eserini yaşatmak istedim. Yaman bir yazar: Ölümünden uzun yıllar sonra da roman kişileri aramızda yaşıyor, romanının kişileri.”[2] cümleleri de bunun göstergesidir doğrudan doğruya.
Günümüz edebiyatında en üretken yazarlardan birisi olan İleri, dili ve anlatımıyla da kendine özgüdür. Kelimelerin yerinden oynatılamayacağı cümleler ve akıcı anlatım, onun en temel üslup özellikleri arasında yer almaktadır. Roman ve öykülerinde bile asıl baskın unsurun denemeye yakın bir tavır olduğunu söylersek sanıyorum ki yanılmayız. Bu yıl içerisinde Everest Yayınları’nın Açık Hava Dizisi’nden okura sunduğu C. S.’yi okuyanlar, demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır. Metnin içerisinde yer alan, “C. S.’nin hikâyesi mi, açık seçik karar veremiyorum. Yazacaklarım belki hikâye, belki izlenimler, duyuşlar. Belki ruh ikizliği, arayış. Anı-öykü, deneme-öykü. Kısa bir anlatı. Yazmak oyalantısı. Sait Faik’e göre ‘bir hırs’.”[3] cümleleri de Selim İleri’nin eserlerindeki türler arası geçişkenliğin kanıtlarından birisi olarak değerlendirilebilir.
Günümüzün hiç şüphesiz en önemli, en değerli yazarlarından birisi Selim İleri. Çağdaş Türk edebiyatının son elli yıllık serüveninden onun öykü ve romanlarını çıkarmak, bir yapının kilit taşına zarar vermekle eşdeğer olacaktır. Deneme, eleştiri ve incelemeleri ise 20. yüzyıl Türk sanatının birçok yönüne ışık tutmakta, karanlıkta kalmalarına yazarın içinin elvermediği pek çok ismi, tatlı bir üslup ve özlemle günümüze taşımaktadır. Son yıllarda çeşitli gerekçeler ve kırgınlıklarla gazete yazılarından uzaklaşsa da İleri’nin tüm yazarlara örnek olabilecek üretkenliği halen devam ediyor ve umudum, bu üretkenliğin daha uzun yıllar sürmesi yönünde…