TURAN YOLU’NDAN PİYALEOĞLU CADDESİ’NE
Mehmet Gökyayla
Mahalle, cadde ya da sokak isimleri çok önemli bilgiler barındırır. Şehrin ya da ilgili mahallin coğrafi özelliklerinden, o bölgede yaşayan ya da çalışanların kimliğine, idarenin dünya görüşüne kadar geniş bir bilgi yelpazesidir aslında köşe başlarındaki tabelalarda yazılanlar. Örneğin Turgutlu’nun Mektep Sokağı’nda geçmişte iki adet ilkokul mevcuttur. Akçakmak Yolu’nun üst kısmında Akçakmak soyadlı bir ailenin yine geçmişte geniş arazileri vardır. Lonca Sokağı, günümüze ulaşmayan loncanın yanından geçmektedir. Bazı isimler ise dönem dönem egemen olan ideolojilerin doğrultusunda değiştirilir. Böylelikle tarihçiler için hem keyifli hem de bazen sonuca ulaşması hiç kolay olmayan araştırma alanları çıkar ortaya. Turgutlu’da bunun en somut örneklerinden birisi, Atatürk Bulvarı’ndan Samiye Nuri Sevil Ortaokulu’na veya Çınarlı Meydan’a ulaşan caddedir. 1930’lu yıllarda Manisa Valisi Dr. Lütfi Kırdar’ın adı verilen bu cadde, 1960’tan itibaren 27 Mayıs adını alacak, Turgutlu’nun efsanevî belediye başkanı olan Cevdet Öktem’in vefatını müteakip de çok isabetli bir kararla aynı yolun adı Cevdet Öktem Caddesi olarak değiştirilecektir.
Yaşanan isim değişikliklerinde veyahut taşıdığı isimlerde hem fiziksel gerçeklik, hem ideolojik etken, hem de hakbilirliği içerisinde barındıran Turgutlu’daki belki de güzel örnek ise Piyaleoğlu Caddesi’dir. 1922’deki Yunan yangını öncesinde Turgutlu’nun neredeyse tüm yollarında olduğu gibi bu caddenin de şekli, günümüzdekinden oldukça farklıdır. Günümüzde cadde boyunca birkaç küçük kıvrım varken yolun eski hali, bir yılan misali kıvrım kıvrımdır. Bu kıvrımlar, 1923-24 yıllarında hazırlanan istikamet planında ortadan kaldırılarak yol bugünkü görünümüne kavuşturulmuştur.
Geçmişte yolun üzerinde birbirlerine yaklaşık dört yüz metre mesafede iki su kuyusu mevcuttur. Bahsettiğimiz dönemde şehrin su ihtiyacının sokak çeşmeleri ve kuyulardan sağlandığını, evlerde ayrıca su tesisatı olmadığını hatırlatalım. Dolayısıyla kuyu ve sokak çeşmeleri, o günlerin hayatında çok önemli yere sahiptir. Bu yolun üzerindeki kuyulardan bir tanesi Soğuk Kuyu, diğeri ise Cepli Kuyu adını taşımaktadır. Ancak Cepli Kuyu da bazen Soğuk Kuyu olarak adlandırılmaktadır. Asıl Soğuk Kuyu, emniyet müdürlüğü eski binasının üst köşesinde, Cepli Kuyu da denilen diğeri ise Koza Pazarı Otoparkı’nın alt köşesi yakınlarındadır. Cadde, sularının serinliğinden dolayı ‘Soğuk Kuyu’ denilen bu kuyulardan dolayı Soğuk Kuyu Yolu veya Caddesi adını almıştır. Dolayısıyla pek çok örnekte olduğu üzere burada da fiziksel gerçeklik, yolun adlandırılmasında etkili olmuştur.
1930’lu yıllara geldiğimizde ise aynı cadde, bu sefer Turan Yolu adıyla karşımıza çıkmaktadır. Belediye arşivinde var olması gereken birçok belgenin zaman içerisinde yitip gitmiş olmasından dolayı bu isim değişikliğinin tam tarihini şu an için bilemiyoruz. Soğuk Kuyu isminin Turan’a dönüşmesi, anılan yıllarda devlet ideolojisinde hızla öne çıkan Türkçülük fikri ile ilintili olmalıdır. O yıllarda devlet eliyle tarihçilerin ve dilcilerin teşvik edilmeleri sonucunda bir ucu Orta Asya’ya, bir ucu Hititler ve Sümerlere, bir ucu da Amerika kıtasına, Kızılderililere ulaşacak yepyeni bir Türk tarihi yazılmaktadır. Binlerce yıllık bir süreci kapsayan bu tarih teorisi, Orta Asya’da yaşanan kuraklık ve kıtlık gibi afetler sonrasında Türklerin, dünyanın her yanına yayıldığını, dolayısıyla pek çok devlet ve milletin kökeninde Türk kanı olduğunu öne sürmektedir. Turan kelimesi, bu ideolojinin tam da merkezinde yer almaktadır. Eski İranlıların Türklerin Orta Asya’daki en eski yurtlarına verdikleri isimdir Turan.[1] Türkçülük ideolojisinin kurucu babalarından Ziya Göklap’in meşhur şiirinde de Turan kavramı idealize edilmektedir: “Vatan ne Türkiye’dir Türklere ne Türkistan / Vatan büyük ve ebedî bir ülkedir: Turan.” Böylelikle yüceltilen Turan kavramı, bütün Türkleri tek bir vatanda ve tek bir bayrak altında toplamak amacını güden fikrin yani Turancılık’ın kökenini oluşturacaktır.
Türklüğün kökenlerini önce Orta Asya’da, sonra da oradan yayıldığı antik medeniyetlerde arama, bu varlığı kanıtlama yönündeki çabalar ve devletin bu yöndeki tutumu, 1930’lar boyuca ve 1940’ların ilk yıllarında da devam edecektir. Bu esnada dünya, belki de tarihinin en karanlık günlerini yaşamaktadır. 1939’da başlayan İkinci Dünya Savaşı, yayıldığı alan itibariyle tarihin en büyük felaketlerinden birisidir. Savaş yıllarındaki kitlesel kıyımların en büyükleri de aşırı milliyetçi fikirleriyle iktidara gelmiş olan Hitler ve Nazi Partisi’nin eliyle gerçekleştirilmiştir. 1944 yılına gelindiğinde Hitler’in Almanya’sı artık iyice köşeye sıkışmıştır ve aylar geçtikçe Almanya’nın hiç şansının kalmadığı açıkça anlaşılacaktır.
Batı’da bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’de de hükümet, Almanya’nın mağlubiyetine uygun olarak adımlar atmaktadır. 1930’larda devletin resmî görüşü olarak öne çıkan Türkçülük fikri, Zeki Velidî Togan, Hüseyin Nihal Atsız, Reha Oğuz Türkkan ve Fethi Tevetoğlu gibi dönemin bazı aydınlarının eser ve düşünceleriyle Turancılık’a evrilmiştir. Turancılık, hem savaşın potansiyel mağlubu Almanya’nın faşist milliyetçiliğini çağrıştırmakta hem de potansiyel galip Sovyetler Birliği’ne dâhil olan Türk Cumhuriyetleriyle ilgili ‘tehlikeli’ olabilecek hayaller barındırmaktadır. Hal böyle iken diplomatik açıdan bakıldığında devletin bu ideolojiyi bastırması, görünmez hale getirmesi ve hatta mümkünse ortadan kaldırması gerekmektedir. 7 Eylül 1944’te başlayan ve ‘Irkçılık-Turancılık Davası’ diye adlandırılacak yargılama süreci, tam da bu ihtiyaca cevap verecektir.
Devletin Türkçü-Turancı fikirler karşısındaki yaklaşımının değişimi ve devam eden mahkeme sürecinin sınırlı bazda Turgutlu’ya da yansıdığını görmekteyiz. 7 Eylül 1944’te başlayan yargı süreci henüz devam ederken 26 Şubat 1945 tarihinde Turgutlu Halkevi Başkanı Ali İkiz imzasıyla “Belediye Reisliği’ne” bir dilekçe verilir. Dilekçede, “Kasabamıza Pazar Camisi ve Büyük Hamam gibi iki ölmez eser bırakan Piyaleoğlu’nun isminin, kendisine karşı bir şükran vazifesi olmak üzere Turgutlu sokaklarından birine verilmesi hususuna delaletlerinizi saygılarımla arz ederim.”[2] denmektedir. Dilekçe hemen ertesi gün yani 27 Şubat 1945 tarihli Belediye Encümeni toplantısında gündeme alınır. Encümen, Halkevi Başkanlığı’ndan gelen dilekçede herhangi bir sokak ya da cadde işaret edilmemiş olmasına rağmen Piyaleoğlu Mustafa Ağa’nın isminin verileceği caddeyi saptatıp konuyu Belediye Meclisi’ne havale eder: “Halkevi Reisliği’nin teklifi encümenimizde muvafık görülerek Piyaleoğlu’nun Turgutlu’da inşa ettirdiği Pazar Camii namiyle maruf cami Koca Hamam, Turan Yolu üzerinde olup aynı caddenin Piyaleoğlu Caddesi adı verilmesine ve Belediye Meclisi’nce tasdik buyurulmak üzere evrakın riyaset makamına tevdiine karar verildi.”[3] Belediye Meclisi’nde de diğer resmî dairelere herhangi bir ‘müşkilât’ yaşanmaması adına görüş sorularak uygun görüş alınması halinde isim değişikliğinin gerçekleştirilmesine dair encümene yetki verilmesine karar verilir.[4] Sürecin sonucunda isim değişecek ve bugün de kullandığımız ‘Piyaleoğlu’ şekline dönüşecektir.
Peki kimdir Piyaleoğlu veya Piyaleoğlu Mustafa Ağa? Mustafa Ağa, Manisalı namıyla da bilinmektedir.[5] Günümüzde Pazar Camii dediğimiz ibadethanenin vakfiyesinin tanzimi esnasında Mustafa Ağa, Haremeyn muhasebecisidir.[6] Haremeyn muhasebeciliği, o bölgeye bağlı vakıfların hesaplarını tutmak ve vakıf yerleriyle bu yerlerin cihetlerini kaydetmekle sorumlu[7] olan üst düzey bir devlet görevidir. Mustafa Ağa, 1653 yılında müceddeden yani yeniden inşa ettirdiği Koca Hamam’ı tamamlatıp hizmete açar; 1655 yılında da Pazar Camii ya da Piyaleoğlu Mustafa Ağa Camii tamamlanıp ibadete açılır. Büyüyen ve artık bir kasaba haline dönüşen 17. yüzyıl Turgutlu’sunda hizmeti geçen en önemli simalardan birisidir. Kasabanın büyüme istikameti, onun camiye vakıf olarak inşa ettirdiği dükkânlar ve hanla birlikte daha belirgin hale gelecektir. Dolayısıyla anılan ve onun en büyük hayır eseri olan Koca Hamam ile Pazar Camii’nin bulunduğu caddeye onun isminin verilmesi kadar olağan bir durum olamaz. Ancak buraya önce Türkçü rüzgârların etkisiyle ‘Turan’ isminin verilip sonrasında da aynı rüzgârların yön değiştirilmesi sonucunda ismin değiştirilmiş olması, döneme has bir olgudur. Yukarıda ‘Irkçılık-Turancılık Davası’nın Turgutlu’yu sınırlı bazda etkilediğini ifade etmiştim. Sınırlı dememin nedeni, söz konusu ortamda tehlikeli sayılabilecek Turan Yolu’nun isminin değiştirilmesi fakat Turan Mahallesi ya da Bozkurt Mahallesi’nin isimlerinin muhafaza edilmesinden kaynaklıdır. Tek bir caddenin isminde yaşanan değişiklikler üzerinden Almanca’da ‘zeitgeist’ denilen zamanın ruhunun, hemen her dönemde olduğu gibi, o günlerde de hayatın birçok bölümünü etkilediği açıkça anlaşılmaktadır.
[1] http://lugatim.com/s/T%C3%9BRAN , Erişim: 14.08.2022.
[2] Turgutlu Belediye Meclisi Zabıtnameleri, 4 Nisan 1945 tarihli toplantı.
[3] Turgutlu Belediyesi 27 Şubat 1945 tarih ve 105 numaralı encümen kararı. (Cümledeki bozukluk metnin orijinalinde de bu şekildedir.)
[4] Turgutlu Belediye Meclisi Zabıtnameleri, 4 Nisan 1945 tarihli toplantı.
[5] Manisa Şer’iye Sicili Defteri, No: 102, 192-1.
[6] Ertan Gökmen, “Turgutlu Kazası Vakfiyeleri”, Uluslararası Turgutlu Sempozyumu Bildirileri, Cilt II, Turgutlu 2018, s. 789.
[7] Ş. Tufan Buzpınar-Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Haremeyn”, TDVİA, https://islamansiklopedisi.org.tr/haremeyn , Erişim: 14.08.2022.