ÇOK SATAN BİR YAZAR VE EDEBİYAT /
KİŞİSEL BİR STEPHEN KİNG OKUMASI
Mehmet Gökyayla
Bazı yazarların yeri çok ayrıdır benim için. Her birinin de ayrı gerekçeleri vardır ve aslında bu yazarlar birbirlerine pek benzemezler de. Oktay Akbal da vardır bu listede, Peyami Safa da ve hatta ve hatta Stephen King, Çağatay Uluçay, Haldun Taner ve Umberto Eco da. Bu isimleri yan yana gören, benim tutarsızlığım hakkında yorum yapabilir fakat işin aslı bence öyle değil. Hem zaten kim tutarsız olduğunu kabul eder ki? Öyle değil mi?
Tüm bu yazarlarla ile ilk tanışmalarımı, ilk defa birer kitaplarını aldığımı veya evde bulup okuduğumu, okurken neler hissettiğimi ve diğer kitaplarını hangi zamanlarda, hangi şartlarda temin ettiğimi hatırlıyorum. Takıntılı bir hafıza durumu mu bu? Belki de öyle. Ama inanın ben bu halimden çok ama çok memnunum. Bugün ucundan kıyısından bir şeyler yazıyor ve bu yaptığımdan bir şekilde gelir elde ediyorsam burada saydığım ve sayamadığım tüm bu yazarların hakları vardır üzerimde. Ben de onların haklarını ödeyebilmek için kimi zaman haklarında konuşuyorum; kimi zaman da onları çevremdeki insanlara yazarak anlatmaya çalışıyorum.
Hepsinin yeri birbirinden ayrı olan bu yazarların içerisinde Stephen King, benim için listenin en ön sıralarında yer alıyor. Az önce kitaplığımda hemen görebildiğim King’in imzasını taşıyan kitapları saydım. İlk bakışta 60 kadar kitabını gördüm. Eminim ki hemen göremediklerimle birlikte bu sayı daha da fazladır. Okuduğum ve muhafaza ettiğim 60’tan fazla kitap, bu yazara ait. Aranızda böyle bir tecrübesi olan var mı, bilemiyorum.
Orta ikide olmalıyım. Sömestr tatili için üniversiteden eve gelecek olan büyük ağabeyimden Stephen King ve Dean R. Koontz romanları istemiştim. İlginçtir ki Dean R. Koontz’un ilk olarak hangi romanını okuduğumu hatırlıyorum -Bay Katil- ama ağabeyimin, Stephen King’in hangi kitabını getirdiğinden o kadar emin değilim. 1994, belki de 1995 yılının ocak ayı sonunda olmalıyız. Aylardan ramazan. Babam orucu biraz uykuyla tutuyor. Öğlen saat bir dolaylarında evimizin sobalı odası, babamın istirahat mekânına dönüşüyor. Gürültü yapmamak şartıyla o odada hepimiz bulunabiliriz. Fakat herhangi bir seste fırça yeme ihtimali karşısında ben orada olmaktansa evimizin bir başka odasında iyice sarınıp bu kitapları okuyorum. Ha, şunu hatırlatalım genç okurlara: O yıllarda evlerde kalorifer pek de sık rastlanan bir ısınma aracı değil. Ancak ekonomik olarak çok daha üstlerde yer alan ailelerin bu rahatlığı var.
Ufak ufak kimliğimi bulmaya, bu esnada da sert çocuk olmaya çalışıyorum. Heavy metal, gerilim romanları, siyah kıyafetler vs. Bir taraftan ağabeyimin ilerleyen aylarda getirdiği kitapları okurken diğer taraftan da birkaç ayda bir arkadaşlarımla gittiğim İzmir’de eski kitapçıları keşfediyorum. Oralarda almak istediğim kitaplar çok daha ucuz. Bu tür kitapları zaten ancak İzmir’den alabilirim. Turgutlu’da bulmam mümkün değil. İnternet üzerinden yapacağım ilk alışverişe ise daha dört beş yıl var.
Bu arada Stephen King’in hangi kitaplarını okuduğum hafızamda net değil ama bir sonraki ramazan ayında walkmanden Metallica’nın Kill’em All kasedini dinlerken Çılgınlığın Ötesi’ni okuduğum, bazı yerlerde heyecandan tırnaklarımı yediğim, dün gibi aklımda. Sonra Sadist gelecek, sonra Hayvan Mezarlığı, Medyum ve daha sayamayacağım kadar fazlası…
Stephen King’in beni en çok etkileyen kitaplarının başında Yazma Sanatı (On Writing) geliyor. 2007 yılında Türkçesi yayınlanır yayınlanmaz satın alıp sömürürcesine okumuştum bu kitabı. Türkçede çok uzun süre yeni baskısı yapılmayan bu kitap, nasıl yazılması gerektiğini değil; King’in nasıl yazdığını ve nasıl bir yazar olabildiğini anlatıyor. Bir bakıma tam bir Amerikan rüyası! Kurgu dışı bir eser olmasına rağmen bu kitabında bile King’İn hemen tüm kitaplarında olduğu gibi Amerikan sosyal hayatına dair pek çok ipucu bulmamız mümkün.
Bana sorarsanız Stephen King’in en önemli özelliği de burada yatıyor. Onun yazdıkları, sadece sıradan çok satan kurmaca kitaplar değil. Çok satan kitaplarda kolay rastlayamayacağınız edebî bir niteliği bulunuyor King kitaplarının. Hangi kitabını okursanız okuyun Amerikan toplumu, inançları, kültürü ve yaşama biçimi ile ilgili farkında bile olmadan ciddi bilgi ediniyorsunuz. Ayrıca roman ya da öykü karakterlerini size anlattığında bu karakterin hayatına veya o anına dair aklınızda hiçbir soru işareti de kalmıyor.
Somutlaştırmak için örnek vereyim. Son yıllarda televizyon kanallarımızda bol miktarda örneğini gördüğümüz popüler dizilerin hemen hiçbirisinde karakterlere dair yeterli veri bulunmuyor işin aslına bakılacak olursa. Holding patronu başrol oyuncusunun işadamı olduğunu biliyoruz ama bu iş ya da işlerin ne olduğu meçhulümüz. Zaten senaristler de bilmiyor bunu; en azından senaryonun bu kısmını düşünmüyorlar. Nasılsa yüzeysel işler çok daha rahat üretiliyor ve daha da önemlisi, daha kolay izleyici buluyor. Dizideki kahramanlar çok para kazanıp çok da harcıyorlar. Fakat bu anlatılanlar, Türkiye’nin nesini, hangi yönünü, toplumun ne kadarını yansıtıyor? Aynı sorular, tam tersi ekonomik durumdaki insanları konu edinen diziler için de geçerli. Bu tür sorular, yapımcı ve senaristlerin canını sıkmaktan başka bir sonuç doğurmaz günümüzde ne yazık ki. Dijital yayın platformlarının etkinlik alanı her geçen gün artıyor olsa bile bahsettiğim pek de kaliteli olmayan yapımlar, hâlâ çok izleyici buluyorsa bunların üreticileri de gerisini pek sorgulamıyor zaten…
Stephen King’in asıl başarısı, belki tam da burada yatıyor. Ürettikleri geniş bir okur kitlesine ulaşır ve kimi zaman çok satan bir yazar olduğu için kolayca eleştirilirken o, diğer taraftan yazdıklarının kalitesinden taviz vermiyor. Yazdıklarında bazen fantastik bazen de bu dünyaya ait olmayan varlıklardan söz etse dahi ortaya çıkan eserin nitelikli edebiyat ürünü olması, King’i yarın da okunacak yazarlar sınıfına dâhil ediyor.
Onun bazı eserlerini gerçek dünyanın daha bir içinden olduğu veya fizik ötesi olgulara daha az yer verdiği için farklı bir yerde değerlendirmeliyiz. Tüm zamanların en başarılı filmlerinden birisinin temelinde yer alan Esaretin Bedeli bunların başında geliyor. İşin içerisine biraz fizik ötesi dâhil olsa da yine filmiyle de efsanevî bir nitelikte olan Yeşil Yol’u da bu kategoriye ekleyebiliriz. Son yıllarda kaleme aldığı Bay Mercedes ve serinin devamındaki kitapları da bu grupta saymalıyız.
Amerikan toplumsal hayatını anlayabilmek için onlarca cilt sosyal bilimler araştırması veya akademik nitelik taşıyan yüzlerce sosyoloji makalesi okuyabilirsiniz. Ya da bunların yerine Stephen King’in birkaç romanı ve hikâyesini okuyarak gözlerinizi kapatıp kendinizi King’in Maine eyaletinde bulabilirsiniz.
Bir metne edebî değerini kazandıran özelliklerin en başında yazarın anlattığı zaman dilimini hakkıyla ve düzgün bir dille, üslupla aktarması geliyorsa, kimse kusura bakmasın ama Stephen King has edebiyatın günümüzde yaşayan en önde gelen aktörlerinden birisi konumundadır. Edebiyat sanatını anlaşılması pek de mümkün olmayan, zaten aslında anlamı da olmayan kalem araştırmaları olarak değerlendirenlere ise en içten saygılarımızı sunuyoruz elbette. Var ol Stephen King!