GÖLMARMARA GÖLÜ 130 YIL ÖNCE DE KURUMUŞTU
Hasancan Eralaca
Marmara Gölü, Dünya’nın en verimli tarım alanlarından birisi olarak kabul edilen ve bizim de üzerinde yaşamakta olduğumuz Gediz havzasının en önemli su kaynaklarından ve en zengin doğal yaşam alanlarından birisidir. Tarih boyunca insanlığın en önemli uygarlıklarına ev sahipliği yapan bu bölge sahip olduğu tarımsal, demografik ve dolayısıyla ekonomik cazibesinin tamamını olmasa da, önemli bir kısmını Marmara Gölü’ne borçludur. Antik çağlarda yaşayan insanlar da gölün bu öneminin farkına varmış olmalıdırlar ki özellikle Lidyalılar, “Gygaia” ismini verdikleri bu gölü kutsal kabul etmişler ve hatta meşhur kraliyet mezar anıtlarını, yani Bintepeler Tümülüslerini kutsal Marmara Gölü’nün güney kıyılarına inşa etmişlerdi.[1]
Binlerce yıldır hem balıkçılık yapılan hem tarımsal sulamada faydalanılan hem de çevresinde bulunan geniş bir arazinin kış şartlarında daha ılıman bir mevsim geçirmesini sağlayan Marmara Gölü’nün geçtiğimiz yıl kuruması haliyle ülke gündeminde geniş bir yer tutmuş; herkes kendi penceresinden gölün tamamen kurumasıyla ortaya çıkan vahim tabloyu yorumlamaya çalışmıştı. Marmara’nın tamamen kurumasıyla gölde bulunan balık popülasyonunun yok olması, göçmen kuşların artık buraya gelmemesi, tarım arazilerinin sulanamaması ve gölün sağladığı ılıman havanın ortadan kalkması ile yaşanan don hadiselerinin tarımsal üretimi aksatması, binlerce yıldır var olan gölün neden kuruduğuna yönelik süregelen ciddi tartışmaları daha da alevlendirmişti. Marmara Gölü’nün beşeri sebeplerle mi, herhangi bir ihmal yüzünden mi, yoksa doğal şartlar sebebiyle mi kuruduğu konusu elbette ki işin uzmanlarının karar vereceği bir husustur. Ancak tarih biliminin gözüyle bakacak olursak şunu net olarak söyleyebiliriz ki esasında Gölmarmara geçmişte de zaman zaman tamamen kurumuş, tıpkı bugün olduğu gibi gölden doğrudan ya da dolaylı olarak faydalanan köylerin ahalisi bu durumdan ciddi zararlar görmüştü.
Osmanlı arşivlerinde bulunan birçok belge Marmara Gölü’nün asırlar içerisindeki değişimini ve bölge halkına sağladığı faydaları ayrıntılı bir şekilde gözler önüne sermektedir. Osmanlı Devleti Marmara Gölü’nde bulunan ve balıkçılık faaliyetlerinin yapıldığı dalyanlardan vergi almakta ve bu vergi gelirleri farklı dönemlerde muhtelif kişilere ya da kurumlara tahsis edilmekteydi. Milâdi 1695 yılında Marmara Gölü’ndeki dalyanlardan alınan vergiler, Hasan Bey isimli bir şahıs tarafından ahaliden toplanmış ve sermehterân, yani padişahın mehterbaşısı olan Ali Ağa’ya gönderilmişti.[2] 1781 tarihli başka bir belgede Marmara Gölü’nde gerçekleştirilen balıkçılık faaliyetlerinden alınan dalyan vergilerinin Gölmarmara kasabasında bulunan ve Fatih Sultan Mehmet’in dâyesi Halime Hatun tarafından yaptırılan Halime Hatun Camii Vakfı’na ait olduğu ifade edilmektedir.[3] Belgeye göre vakfın mütevellisi, gölün suları altında kaldığı için terk edilen ve günümüzde var olmayan Sazköy’de yaşayan ve balıkçılık yapan ahaliden yıllık vergilerini talep etmiş ancak bu talep yerine getirilmemiştir. Neticede İstanbul’dan gelen emir, Marmara Gölü’nün dalyan vergilerinin söz konusu vakfa ait olduğunu doğrulamıştır.[4] 29 Ocak 1884 tarihli başka bir belgeye göre Marmara Gölü’nün dalyan vergileri, Osmanlı Devleti tarafından Yorgi Konstandi isimli bir Rum’a iltizam edilmiş; Yorgi de vergileri ahaliden toplama işini Beyleroğlu Agop isimli bir Ermeni’ye vermişti. Ancak Agop ile Yorgi arasında ortaya çıkan bir anlaşmazlık mahkemeye intikal etmiş; toplanan vergilerde kimin ne kadar hakkının olacağına karar vermek devlete düşmüştü. Neticede maliye nezareti, yani maliye bakanlığı, resmî belgeler ışığında göl dalyanlarının vergilerinin Yorgi’ye ait olduğuna kanaat getirmişti.[5]
Saruhan Sancağı mutasarrıflığından defter-i hâkâniye, yani tapu müdürlüğüne gönderilen 14 Mart 1893 tarihli yazı Marmara Gölü’nün kuruduğundan bahseden ilk belgedir. Mutasarrıflık, gölün kurumasıyla ortaya çıkan arazinin Duyun-u Umumiye İdaresi tarafından otlak olarak kullanıldığını ancak arazinin mülkiyetinin kime ait olduğunun bilinmediğini ve dolayısıyla idarenin herhangi bir vergi ya da harç ödemediğini söylemekte, bu hususta mülkiyet ve vergilendirmenin nasıl halledileceğini sormaktadır.[6] 17 Ocak 1896’da gölün kurumasıyla ortaya çıkan arazinin devlet tarafından ihale usulüyle satılması düşünülmüşse de İzmir Duyun-u Umumiye Nezareti buna karşı çıkmış; eğer göl tekrar dolarsa satılan araziler su altında kalır bu da satın alan kişi ya da kurumu mağdur eder şeklinde görüş bildirmiştir.[7] Bununla beraber aynı belgede Şura-yı Devlet gölün tekrar eski haline gelmesi ve ardından fennî anlamda balık yetiştiriciliğinin yapılması için Avrupa’dan uzmanların getirilmesi görüşünü öne sürmüş, gölün aslî alanına müdahalenin doğru olmayacağını bildirmiştir.[8]
Gölün kuruması dalyan vergilerini toplayan Yorgi Konstandi’yi de harekete geçirmiş; Agop ile yaşanan anlaşmazlıktan tam 14 yıl sonra, 6 Nisan 1898’de Yorgi Konstandi, sadaret makamına bir mektup daha yazmıştır. Mektupta Agop’tan ‘Merhum’ diye söz etmekte; Marmara Gölü’nün kuruduğunu ve bu yüzden artık balıkçılık yapılmadığını ve dolayısıyla hakkı olan dalyan vergisini alamadığını söylemektedir. İlginç olan ise Agop’un vergileri toplama işini müteahhitlik usulüyle aldığını, dolayısıyla göl kurusa da Agop tarafından taahhüt edilen miktarın kendisine ödenmesi gerektiğini iddia etmektedir. Bu suretle söz konusu bedelin, merhum olan Agop’un hesabından mahsup edilerek kendisine ödenmesini devletten istemektedir.[9]
Osmanlı arşiv belgelerine göre Marmara Gölü’nün kuruması, sadece devlet kurumları ve mültezimler arasında problemler çıkmasına sebep olmamış; gölün kuruması ile ortaya çıkan devasa arazinin işgal edilerek kaçak olarak kullanımı ve mülkiyetinin kime ait olacağı hususları Osmanlı Devleti’ni uzun yıllar meşgul etmişti. Mesela 1 Mayıs 1893 tarihli belgeye göre göl kıyısında çiftlikleri bulunan Halim Ağa varisleri ve çevre köylerin ahalisi gölden ortaya çıkan araziye müdahale etmiş ve Duyun-u Umumiye İdaresi ile mahkemelik olmuşlardı. Mahkeme Duyun-u Umumiye’yi haksız bulsa da Halim Ağa’nın varislerinin de söz konusu araziye müdahalesinin doğru olmadığına kanaat getirmiş; tapu müdürlüğü kendisinden istenen görüşte köy ahalisine verilebileceğini söyleyince mesele mülkiyetin kime ait olduğunun belli olmamasından dolayı içerisinden çıkılamaz bir duruma gelmişti. Yıllarca süren ve bir neticeye ulaştırılamayan bu problemler zincirine bir son verebilmek amacıyla Marmara Gölü’nün kurumasıyla ortaya çıkan arazinin tespit edilmesi için 9 Ocak 1900 tarihinde devlet tarından tekrar bir girişimde bulunulmuş ve bir heyet kurulmuştu. Bu heyette Salihli ve Akhisar kazalarından birer meclis-i idare âzâsı, aynı kazaların tapu katipleri, Saruhan Sancağı mühendisi ve Duyun-u Umumiye memuru bulunacaktı.[10]
Binlerce yıldır bulunduğu bölgeyi besleyen Marmara Gölü’nün geçtiğimiz yıl kurumasıyla ortaya çıkan arazinin izinsiz kullanımı devlet tarafından ciddi şekilde cezalandırılmış ve bu işgalin önüne geçilmiştir. Bununla beraber söz konusu arazileri kullanmak isteyenlerin silahlı tartışmaları ülke gündemine oturmuş; diğer yandan gölün rehabilite edilerek tekrar eski haline gelmesine yönelik çalışmalar aylarca gündemdeki yerini korumuştu. Görüldüğü üzere esasında aynı olaylar farklı şekillerde ve farklı zamanlarda da yaşanmış; Marmara Gölü’nün kuruması günümüzde olduğu gibi hem yerli ahaliyi hem de Osmanlı Devleti’ni uzun yıllar meşgul etmişti.[11]
[1] http:/www.golmarmara.gov.tr/tarihi-birikimiyle-golmarmara
[2] BOA. İE.SM. 31-3270.
[3] BOA. C.EV. 292-14858.
[4] BOA. C.EV. 298-15188.
[5] BOA. ML.EEM. 95-39.
[6] BOA. ŞD. 1390-4.
[7] BOA. BEO. 733-54901.
[8] BOA. BEO. 733-54901.
[9] BOA. ŞD. 2987-9.
[10] BOA. ŞD. 387-31.
[11] Katkılarından dolayı değerli ağabeyim Süleyman Savaş’a teşekkür ederim.