Tarih ve Çevre Sorumluluğu
Salih Özbaran*
Tarihsel yapılar
Cumhuriyet EGE'nin 5 Temmuz 2014 tarihli sayısında Doğan Çizmeci''nin "Tarih yok oluyor" başlıklı yazısını okuduğumda Turgutlu (Kasaba) için beklentilerimin bir kez daha darbe yediğini hissettim, İçim yandı. Mesleğimin bana bahşettiğini düşündüğüm tarih ve çevre sorumluluğunu bir kez daha vurgulamam gerektiğini anımsattı. Yazıda Turgutlu'daki tarihsel nitelikteki ve bizleri geçmiş zamanla ilintilendirecek, nereden geldiğimizi nereye gideceğimizi anımsatacak bazı yapılar, özellikle Namazgâh, Köprü, Kızyurdu, Havra ve Zaviye dile getiriliyor. Soruna duyarlı olan Hayri Bökü'nün "Tarihin gözümüzün önünde yok oluşunu seyretmek nasıl bir duyarsızlıktır" uyarıcı sözleri yineleniyor.
Bu uyarılar mesleği tarihçilik olan benim gibi biri için daha bir anlam taşıyor; uyarıyor, düşündürüyor, isyan ettiriyor. Nüfusu 120 binlerde gezinen Turgutlu'nun konuya duyarlı olanların yanında bu soruna ilişkin inisiyatif alamayışlarını düşündükçe ve resmi yetkililerin böyle bir yaraya el uzatamadıklarını gördükçe üzüntüm artıyor; "yazıklar olsun" diyesim geliyor ilgisiz hemşehrilerime. Kendilerine geçmişten miras kalan, çoğunun ecdadına kucak açmış olan böyle bir yörenin sokak ve caddelerinde, meydanlarında, yeşil tabiatında sorumsuzca dolaşanlara; parklarında, kahvelerinde dertsiz oturanlara şaşıyorum. Doğa kendilerine bir "cennet" bağışlamış, tarih ise onlara nice uygarlıkların kesiştiği bir bölge nasip etmiş.
Benim gerek Cumhuriyet Okulu gerekse Halkevi'nin perişan durumlarıyla ilgili yazdıklarıma burada değinmeyeceğim. Şu kadarını hatırlatmak isterim ki, dünyada da üstüne gidilen tarihsel miras ve çevre sorunlarının kenara itilmesi tam anlamıyla bir aymazlıktır. Çünkü yaşadığımız çevre çocuklarımız ve torunlarımızındır; yağmalanmış ve kirletilmiş bir çevreyi onlara miras bırakmayı düşünemiyor muyuz?.
Çaldağı uyarısı
Şimdi biraz daha gerilere gideyim ve 20 Mayıs 2014 tarihinde Turgutlu Yankı gazetesinde "Soma faciasından Çaldığı Uyarısı" başlığı altında yayınlanan yazım hakkında yorum yapan iki kişiye değineyim. Onların adlarını anmak istemiyorum, kendilerini Çaldağı'yla ilgileri dolayısıyla kentdaş olarak algılıyorum ve ilkinin şahsım hakkındaki düşüncelerini (imlasına dokunmadan!) yansıtıyorum. Şöyle:
"Salih hoca açıkça ifade edemesede sosyalist düzenin özlemini çekiyor galiba. Özel sektöre ve sermayeye düşmanlık kokusu var. Ayrıca Çaldağ projesi benim bildiğim kadarıyla açık yığın liçi metodu ile değil kapalı tanklarda liç yapılarak üretim yapacak dolaysıyla asit sisi korkusu yersiz. Önemli olan yapıcı olmak, maden çıksın ama çevreye zarar vermeden çıksın diyebilmek lazım".
Diğerinin yorumuysa aşağıda (imlasına dokunmadan):
"Sayın hocam lütfen gelip köylerimizi bir gezin. Yokluğu, fakirliği, penceresinde cam dahi olmayan evleri bir görün. Bize iş lazım, üstelik böylece madenide bahane ile görmüş olursunuz, emin olun bunun içinmi bizden bir bardak suda fırtınalar koparıyoruz diyecekseniz ve pişman olacaksınız. İzmirde deniz manzaralı evde oturup yargı yürütmek size yakışmıyor".
Uzatmadan şunları ekleyeyim: Yapıcı olmanın, madenin çevreye zarar vermeden çıkarılmasının gerektiği değil mi sorun? Konunun uzmanları onu dile getirmiyor mu? Liç sisteminin tehlikesine dikkat çekmiyorlar mı?
İzmir'de deniz manzaralı evim yok; mütevazi bir dairede oturuyorum. Nikel madeni bölgesini iki kez dolaştım; konunun uzamanlarından bilgiler aldım; tarihçilik mesleğimin gereği okuduğum kitapların yanına doğa, çevre ve tarih mirasına ilişkin eserleri de ekledim. Popülist bir yaklaşımla köyleri bana hatırlatmalarına gerek yok; onların durumlarını geçmişlerini de unutmadan belleğimde taşıyorum. "Sosyalist düzen"in ne olduğunu çok iyi biliyorum. İdeolojik yaftalamaya girmelerine de hiç gerek yok. Muhatap aldığım bu kişiler memleketimizi biraz tarih bilgisiyle ve doğa aşkıyla gözetlesinler. Bir Turgutlulu (Kasabalı) olarak) dileğim budur.
*Emekli Tarih Profesörü
Yorumlar
Kalan Karakter: