Dört Turdaklının Fas’ta Dört günü.
Bir günde İki Kıta, İki Ülke
UCUZ bilet kampanyalarını takip eden ve yurt dışı gezilerinde deneyim kazanmış arkadaşımız Levent Uslu’nun önerisiyle 2014 Eylül ayında İspanya, Malaga’ya gidiş-dönüş, İzmir’den İstanbul’a gidiş dönüş uçak biletlerini aldıktan sonra; Önce, gidiş dönüş arasındaki dokuz günün tamamını İspanya’nın “Andolisa /Endülüs” bölgesindeki Sevilla, Kordoba, Granada ve Malaga’da geçirmeyi tasarladık. Araştırmalar sürdükçe bu kentlerde görülecek yerlere birer gün yeteceği görüşü ortaya çıktı ve Fas’a geçip Rabat, Kazablanka ve Marakeş kentlerini de eklemeye karar verip araştırmaların boyutunu genişlettik. Dört ay boyunca İnternet ten haritalar çıkardık, gezilecek görülecek yerleri belirledik. Konaklayacağımız Otel ya da Hostel’lerle bağlantılar yapıp yer ayırtıp ücretlerini ödedik. Fas ve İspanya kentlerini gezdirecek otomobilleri kiraladık. Hatta Granada’daki Elhamra sarayına giriş biletini bile internetten aldık. Bu çalışmalara göre taslak program yaptık.
Sabah 09.00 da kalkacak Malaga uçağını beklemek için koltukların üzerinde beklemek zorunda kaldık.Zaman çabuk geçti, gün gelip çattı. İstanbul’a gitmek için
25 Ocak 2015 Pazar akşamı İzmir Adnan Menderes Havaalanından İstanbul Atatürk Havaalanına uçtuk. Sabah 09.00 da kalkacak Malaga uçağını beklemek için koltukların üzerinde beklemek zorunda kaldık.
26 O CAK 2015 pazartesi : Malaga’ya indiğimizde saat 13.05 idi. Saatlerimizi bir saat geri almıştık. Bu gün zamanla yarışmak zorundayız. Cebelitarık Boğazını geçip Tangier Havaalanından önceden “Dollar Rentecar” dan kira bağlantısı yaptığımız aracı saat 22.00 de teslim almalıyız. Feribota bineceğimiz “Algeciras” a gitmek için “Marbela” otobüsüne biniyoruz. Yol, Ahmetlibey Özdere yolunu andıran virajlarla çoğu yerde denize koşut gidiyor. Türkiye deniz sahilleri gibi dağ, tepe her yer yazlık evlerle işgal edilmiş. Havaalanında yeterince uyuyamadık. Sıcak otobüsün içi hemen uyuttu. Çevreyi gözlemleyemedik. Algeciras’a vardığımızda saat 18.00 olmuş akşamın kızıllığı çökmek üzere idi. Algeciras; İspanya’nın önemli bir Liman kenti. Modern liman tesisler kurulmuş. İngiltere toprağı olan elini uzatsan değecek, bağırsan duyulacak kadar yakın “Cibraltar(Cebelitarık) Sivri ve kayalık bir tepenin altında görülüyor. Fotograflarını çekiyoruz. Hemen kalkacak denen Feribotun iki katı da TIR, kamyon ve diğer araçlarla tıka basa dolduktan sonra kalkış saatinden ancak 60 dakika sonra kalkıyor. Anlaşılan burada AB kuralları, disiplini daha geçmiyor. Zamanla yarışmak zorunda olduğumuzun Feribot kapatanının umurunda değil. “Tangier Med” adındaki Fas’ın limanına 90 dakikada varıyoruz. Böylece biir günde Üç kıta, üç Devlet toprağından geçtik. Çevremizi önce taksi değnekçileri sardı. Arapça, İspanyolca, Fransızca dilleriyle bizi avlamaya çalışıyorlardı. İngilizce konuşanının avına düşüp Kiraladığımız aracı teslim alacağımız Tangier(Tanca) “İbni Batuda” Havaalanına götürmesi için anlaşıyoruz. Değnekçi avantasını hemen istiyor. Fas’ın para birim “Dirhem” Bir TL, üç Dirhem dolayında ediyor. Bir Euru, 11 Dirhem. Tangier Med Port, limanından Havaalanı 50 km uzaklıkta. Tangier kentine girmeden daracık köy yollarını andıran kıvrım kıvrım dolanarak bir saate yakın bir zamanda teslim saatinde ancak varabiliyoruz. Dollar Rentecar’ın görevlisi ortada yok. Görevli polisin telefonla araması sonucunda 20 dakika sonra geliyor. Hamza adında kibar, güler yüzlü birisi. İşlemlerden sonra saat tam 22.00 de Reneult Magene marka aracı teslim alıyoruz. Yanımızda getirdiğimiz Novigasyon aletini Hedefteki Kazblanka “Hotel Central” a ayarlayıp hareket ediyoruz. Ama yakıt deposu boş. Girdiğimiz iki Akaryakıt istasyonu Kredi Kartı kabul etmedi, bizde de yakıta yetecek Dirhem yok. Olan Dirhemleri Otobanlardaki gişe ücretleri için ayırdık. Aracımız; yeni, temiz ve rahat. Sürücümüz İbrahim’in kontrolünde Otobanda uçup gidiyor. Kazablanka 330 Km. Dün gece İstanbul, Atatürk Havaalanında koltuklarda yeterince ve rahat uyuyamadık, İbrahim’in dışında üçümüzde uykuya daldık. İbrahim ancak 100 km götürebildi. Sonra direksiyona Levent geçti. O da ancak 100 km götürebildi. Kalan 100 km de aracı götürmek bana düştü. Uçakta, Feribotta, takside uyuyup geliyorum ama rahat, dingin bir uyku uyumadığım için aracı kullanmak istemiyorum ama zorunluyum, sıra bende. Kaçış, bahane uydurmak olanaksız. Direksiyona geçiyorum ama “Uyurum” diye de korkuyorum ama fark ettirmeden Emel’in beni gözlediğini hissediyorum. Kimi yerde öksürdüm, kimi yerde boyun hareketleri, kimi yerde değişik hareketler yaparak uykumu dağıtmaya çalıştım ve aracımızı saat 03.15 te Kazabalanka’ya ulaştırdım. Novigasyon “Hotel Central” i algılamıyor. Turgutlu’da “Google Earth” ten tesbit edip çıktı aldığımız fotoğrafa göre Otel Limana yakın bir yerde olması gerek. Durdurduğumuz polis bile adresten sadece yer tarifi yapıyor. Ticari bir taksi çeviriyoruz. Elindeki kitapçıktan yerini buluyor. Taksiyi takip ediyoruz. Sabah olmak üzere. Bir otelin önüne “Burası “diyerek ve ücretini alarak gidiyor. Otelciyi güçlükle kaldırıyoruz. Sevincimiz yarım kalıyor. Otelimiz burası değil. Arka caddede olduğunu söyleyip bizi gönderiyor. Arka caddede hiçbir otel yok ama sohbet eden üç kişi var. Birisi bize yardımcı oluyor. Arakasına düştük. Daracık sokaklara girip çıkıyor, labirentte gibiyiz. Sonunda eski otantik bir binamım kapısını çalıyoruz. Hostelimiz burası imiş. Novigazsyonun neden burayı, bu sokağı algılayamadığını anlıyoruz. Bize yol gösteren adam gitmiyor. Sonradan defalarca karşılaşacağımız durum; Burada hiçbir şey bedava değil. Yol göstermek, bir yeri tarif etmek, Fotoğraf çekmek, hatta bir şeye dikkatli bakmanın bile karşılığı para / dirhem vermek. Hostelimiz; Dıştan harap gibi görünse de içerisi temiz ve bakımlı. Bu tür evler: genellikle İzmir de “Levanten “ dediğimiz Avrupalı zengin tüccarların yaptırdıkları yapılarmış. Edindiğimiz bilgilere göre 150 yıl önce İspanyol ve Fransız kökenlilerin sayısı araplardan fazlaymış. Sabah olmak üzere; Yorgun ve uykusuz. Dört saat uyku yetiyor. Saat 09.30 da kahvaltıdan sonra ayrılıyoruz. Şehir gezisine çıkıp yer yer genişliği bir metreye kadar düşen –en genişi 170 cm’yi geçmeyen-daracık sokaklı “Medina” geziyoruz. Medina; Eski şehir demekmiş. Medina sokaklarında gezip bol bol resimler çektik. Kadın ve erkekler değişik renk ve desende “Cebella” denilen tek parça kapşonlu bir giysi giyiyorlar. Kadınlar sosyal yaşamın içindeler. Kasaba-lanka’nın görülmeye değer Atlas Okyanusu kıyısında deniz doldurularak yapılmış II. Hassan Camisi, Kazablanka’nın sembolü olan bu camii, dünyanın en büyük 3. Camisi, aynı zamanda Fas’ın da en büyük yapısıymış İçeri ve dışarıda bir anda 80 bin kişinin namaz kılabildiği anlatılıyor. Bilet alıp içeri girip inceliyoruz. Paraya kıyılmış, görkemli bir yapı. Fas’ın diğer yerlerinde ve İspanyanın Endülüs bölgesinin eski yapılarında çok sık gördüğümüz oymalı süslemeler dikkati çekiyordu. Kemer ve süslemeleri birkaç gün sonra göreceğimiz Kordoba’daki Kurtuba camisi ve Granada’daki Elhamra sarayından kopya çekilmiş gibi.
Saat 15 oldu. Marakeş; 420 km. Geceye kalmamak için yola çıkıyoruz. Fas, otobanlarında soygunu andıran ilginç bir uygulama var. Otoban ücretinden başka şehirlere girerken ve çıkarken belli bir ücretler ödeniyor. Fas’ta bol bol bu “Deli Dumrul” ücretinden ödedik. Fas’ı bir çöl ülkesi olarak bilirdik. Sanırım mevsimin yağışlı kış mevsiminden olsa gerek büyüyen otlar ve çiçeklerle çevre yemyeşil görünümündeydi. Çevredeki arazilerin çoğunda “Kaynana Dili” dediğimiz Kaktüs dikilmiş, tarımının yapıldığı anlaşılıyordu. Kaktüs meyvesinin burada tutulan bir meyve olduğu kanısına vardık. Yanından geçtiğimiz bir köyde durup köy içinde gezdik. Çok Anadolu köyü gibi terkedilmiş gibiydi. Havlayan köpeklerden ve asılı çamaşırlardan köyde birkaç ailenin yaşadığı anlaşılıyordu. Telle bağlanmış kapısını açıp Caminin bahçesine girdik. Bahçede büyüyen otlar ve kapısının asma kilidinin bile paslanmış olduğundan burasının da kullanılmadığı anlaşılıyordu. Yol çevresinde uzak yakın geçtiğimiz köylerin yoksulluğu gözden kaçmıyordu. Ağaç, ağaçlık olarak sadece Marekeş’e yaklaştıkça hurma bahçeleri dikkatimizi çekti. Marakeş’e gün batımı sırasında girdik. Özellikle motosiklet ve taksi ve faytonların kural tanımaz trafiği daha ilk baştan bizde “Marakeş; Keşmekeş” kanısı uyandırdı. Bulunduğumuz yerin Marakeşin kalbi “El Fina” meydanına yakın olması ve vaktin akşam saatlerinde olduğundan mahşeri bir kalabalık vardı. Novigasyon; otelin yakınlarda olduğunu gösteriyordu. Durmamızla birlikte biz yardımcı olmak isteyenlerin saldırısına uğradık. Bu yardımcı olmanın istenecek yüklü dirhemler olduğunu biraz sonra anladık. Burada konaklayacağımız “Otel Ali”. Arka sokaktaydı. Verdiğimiz dirhemlerle oteli ve arabamızı park edeceğimiz otoparkı buldurdu. Otel Ali de Marakeş Medinası içinde otantik bir Hostel. Tam karşıda “Kutubiye Medresesi” yan tarafında Unesco tarafından Dünya Miras Listesine alınan Jamaa El Fina /El Fina meydanı bulunmaktaydı. Otele yerleşip meydana çıktık. Açık havada pişirilen yağlı et, sucuklardan her yer duman duman olmuş, sanki sis çökmüş gibiydi. Öbek öbek biriken halk bizim ortaoyununa benzer sergilen müzikli gösterileri izliyordu. Kimi öbeklerde erkek köçekler çalgı eşliğinde oynuyorlardı. Kimi öbeklerde Marakeş’e özgü keman, gitar karışımı müzik aletiyle ozanlar birisi müzik konseri veriyordu. Kimi öbeklerde Zurnaya benzer aletle “Kobra” yılanı oynatanlarla. Maymun gezdirenlerle Kebabçılar, pişmiş Salyangoz satacılar. Ortakal, Altıntop(Greyfurt), Limon suyu satanlarla meydan tam bir curcuna ahalindeydi. Türkçedeki” Gökten iğne atsan yere düşmez” deyimine uygun bir kalabalık vardı. Et ve Tavuk şiş, bir cm kadar kalınlıkta ki sucuk ve domates sosundan oluşan akşam yemeğimizi yedik, Herkesin kapış kapış yaptığı Salyangozlardan bir tabak alıp tadına baktık. Portakal suyunu içtikten sonra Meydanın kenarlarına yakın yerlerde kurulan seyyar satıcıların akla ne gelirse satılan tezgahları gezdik. En çok ta; Kozmatikte kullanılan Fas’a özgü “Argan” yağı satılmaktaydı. Yoğun kebap dumanından rahatsız olup oteldeki odlarımıza çekilip sohbet ettik.
Sabah otelin verdiği kahvaltıyı yaptıktan sonra. El Fina Meydanını bir daha dolaştık. Bu kez ellerindeki şırangalarla ellere desenli kına yapan kadınlar, Kobra yılanı oynatıcıları, değişik giysili şerbet satıcıları gelmişti. Meydanın çevresindeki “Souk” denilen çarşıyı gezdik. Marekeş Madinası denilen dar, ara sokaklara dalıp ilginçlikleri görerek halkın yaşantısı hakkında fikir edindik. Çok yer Mardin’in sokaklarını andırmaktaydı. Sokağın birinde “Sinagog” la karşılaşıp “üç” dirhem ücret ödeyerek girdik. Buradaki Sinagog ta soygun düzeninin bir parçası olmuştu. Sokaklardan çıktığımızda aradığımız “Beni Yusuf Medrese Camisi” ni bulduk. Abdest alıp iki rekat namaz kıldık. Yine sora sora Büyükçe bir konak özelliğindeki “Bahai" sarayına vardık. İç süslemelerini görülmeye değer bulduk.
Kutubiye camisi onarımda olduğu için giremedik ancak 15 x15 kare biçimindeki devasa Minare dikkatimizi çekti. İçindeki helezonik yoldan, ezan okumak için şerefesine müezzinin atla çıktığına inanmamak elde değil. “Dar El Makzen Sarayı”, “El Badi Sarayı”, Turunç ağaçlarıyla süslenmiş “Menare Bahçesi” hepsi bir aradaydı.
Marekeş; Keşmekeşliğinin yanında temiz olmayan bir şehir. Caddeler, sokaklar sidik ve at pisliği kokuyordu. “Türk, Müslüman, kardeş, Erdoğan” diye söze başladıklarında biz de “Bizi nasıl kazıklayacak acaba” diye telaşlanıyorduk. Gezecek önemli yerleri gezdik. Bu akşam Rabat’ta olacağız. Yine 350 km yakın yolumuz var.
Marakaeş’ten ayrılma zamanı geldi. Karanlığa kalırsak otelimiz bulamıyoruz. Yine otobanda sık sık “deli Dumrul” ücretleri ödeyerek, bu kez Kazblanka’ya uğramadan çevre yolundan akşam olurken Rabat’a varıyoruz. Otelin yerini Novigasyon yine algılamıyor. Google Earth çıktısından otele yakın bir yere kadar varıyoruz. Bundan sonra “RaidAicha” yani otel Ayşe’yi, sora sora bulacağız. Rabat’ta iki tane kale surları ile çevrili Medina var. Sale Madina diğeri Rabat Madina. Ayşe Otel de Sale Madinası içinde. Haritada gösterilen tahminen otelin buralarda olduğunu sandığımız Kale kapısından giriyoruz. Akşam oldu. Yine dar sokaklar. Sokaklarda sadece konutların kapıları var. Bakkala soruyoruz bilmiyor. Gelen geçene soruyoruz, bilen yok. Sokaklarda dolaşırken kendi aralarında sohbet edenlerden birisi labirent sokaklardan 2o dakika kadar dolaştırdıktan sonra girdiğimiz Kale kapısına çok yakın bir yerde bir kapıyı çaldı. Otel burasıymış. Ne kapıda ne duvarında “Otel” olduğunu gösterir bir levha, yazı yoktu. İçeri girdiğimizde kesme taş sütunlu bir bahçe çevresine sıralanmış odaları bulunan Mardin evleri gibi tarihi bir eve girdiğimizi anladık. İşletmeci Fransız bayan burasını sekiz yıldır işlettiğini söylüyor. Temiz, sıcak banyolu WC odaları var. İsabetli bir seçim yaptığımız kanaatine vardık.
Sabah Sale Madina’nın dar sokaklarından Rabat içinden geçen Atlas Okyanusunun suyu ile kabarmış içinde teknelerin çalıştığı ırmağı izleyip köprüye geçerek Rabatın her yerinden görülen “Hasan Tovers/ Hasan Kulesi” ve yanındaki 2005 te ölen Kral V.Muhammed için yaptırılan Mozole/Anıt Kabiri görmeye gidiyoruz. Büyüklük gösterisi için yapılmış dikdörtgen prizma biçimindeki kule duvarları halı gibi işlenmiş Fas’ın taş işçiliğinin en güzel örneği. Taş, alçı gibi işlenmiş. Ancak Doğubeyazit’ta gördüğümüz “İshak Paşa” Sarayındaki taş işçiliğinin çok çok gerilerinde diye düşünüyoruz. V. Muhammet anıt mezarı, Hasan kulesinin çevresine, eski bir kale kalıntısı içine yapılmış oldukça etkileyici bir yapı. Süslü oyma elişi. Oyma ve boyalı ahşap tavan süslemeleri çok güzel. Karmaşık desenli, mermer ve mozaikler, süslü cam avizelerle etkileyici ve şaşırtıcı bir yapı. Yürüyerek, ırmak kıyısında biraz oyalandıktan sonra Görkemli bir kale ile çevrili “Rabat Madina” ya giriyoruz. Bir tarafı ırmak diğer tarafında Atlas Okyanusu var. Çivit ve kireç boyalı dar sokaklar burada daha temiz ve düzenli. Irmak ve Okyanusa bakan bir terasta Fas’ta her yerde herkesin severek içtiği naneli çay içip sokaklarda tur attıktan sonra Kaleden çıkıp “Kasbah” denilen çarşıya giriyoruz. Halıcılar, bakırcılar, hediyelik eşya satıcılar sıralanmış, Marakeş’e göre daha temiz ve düzenli bir çarşı. Turistleri “Yolunacak Kaz gibi “ gördükleri için daha dikkatliyiz. Sale Madinaya park ettiğimiz aracımızı alıp dönüşe geçiyoruz. Aracı Tangier Havaalanında en geç saat 22.00 de teslim etmeliyiz. Ancak, Algeciras’a gidecek feribot 20.00 de kalkıyor. Acele etmeliyiz. 19.00 da aracı teslim edip tuttuğumuz taksi le Tangier Med limanına hareket ediyoruz. Zamanın da yetiştik ama Feribot ancak 21.00 hareket ediyor. Böylece Afrika, Fas gezimiz bitmiş oluyor. Birbuçuk saat sonra Algeciras’ta hosteldeyiz. Sabah 08.00 de Sevilla’ya gidecek otobüse bineceğiz.HABER MERKEZİ
Yorumlar 5
Kalan Karakter: