7 EYLÜL…
Ali Şentürk'ün arşivinden
Sayı-5
Mustafa Kemal Paşa’nın yakın çalışma arkadaşlarından birisi olan Ruşen Eşref Ünaydın, Mustafa Kemal Paşa ile beraber Turgutlu’ya gelenler arasındadır. Onun geldiği tarihlerde Rumlara ait Ortodoks kilisesi yanmaktadır. Kilisenin yanışını Ruşen Eşref Ünaydın şöyle anlatır:“Ateşe verilmiş Turgutlu'nun bir kenarında, kubbesine Türk bayrağı çekilmiş bir kilise yanıyordu! Bu kiliseye neden Türk bayrağı çekilmişti? Ne için o yapı yanıyordu? Anlaşılıyordu ki gidenler, önce bu bayrağı çekerek burasının korunmasını tasarlamışlardı. Fakat son anda caymışlar, Turgutlu'nun bir kısmı ile birlikte burasını da ateşe vermişlerdi! Gelenden, geçenden, köylüden epeyce bir kalabalık, o kilesinin Karşısında halka olmuş duruyordu. Alev kubbeyi sarıp kurşunlar eriyince bayrak ne olacak? Kendine doğru gittikçe yükselip sarmaktaki sıcak havanın içinde çırpınışları gittikçe artan bayrak! Herkes merakla ona bakıyordu. İşte alev, kubbeyi yalamaya başladı. Kurşun tabakalarını birbirine kavuşturan lehimler, sabah güneşinin ışıkları içinde billur tanelerinden dizim dizim pırıltılar halinde çözülüyordu. Ve uzun gümüş çizgiler kubbenin yukarısından aşağıya doğru durmadan sızıyor, eriyordu! Herkes bu seyre dalmışken birden el çırpmaları duyuldu: ''Hey aslan, yaşa! Büyük uğur, büyük uğur!'' diye haykırışlar işitildi. Seyredenler bir keramet karşısında gibi coşmuşlardı. Zira yanacak diye üzüldükleri bayrak, kendini kubbenin üstündeki puta dikilmiş direğe bağlı tutan ip yanınca birden havalanmış, uçmuş, kendini o harlı baskıdan dışarı atmış, yoldaki bir büyük çınarın üstüne sağ salim konmuştu... Bu kurtuluş mucizesi seyircilerinin biraz ötesinde bulunan taburlar, kervanlar ise, hiç o yana baş bile çevirmeden yürüyüşlerine devam ediyorlardı. Çünkü onların, Turgutlu'nun tatlı mavi havasına, çoktandır yüzlerini görmediğimiz pelinlerle, lâvantinlerle, yaseminlerle kokulu ve süslü bahçelerine göz atacak vakitleri yoktu. Onlar, keskin sıcağın altında, hiç bir yerde eksilmeyen hayvan leşlerinin ağır kokuları arasından, art arda geçip geçip kendi işlerine gidiyorlardı. Yol kenarlarında, çılgın gibi sevinçli kadın ve erkek halk, önlerine küfeler, işportalar, testiler ve tenekeler yığmışlar; askerlere sebil gibi üzümler, güğüm güğüm serin sular dağıtıyorlardı...”
Horozların öttüğü saatlerde, 5’inci Süvari Kolordusu’na bağlı tümenlerin konaklama yerlerini ulvi bir hava kaplar. Kasaba’da salalar verilmektedir. 10’uncu Süvari Alayı Kemalpaşa istikametine, 1 Süvari Tümen’i Manisa yönüne, 2’nci Süvari Tümeni Manisa dağlarına doğru giderler.4
Herkül Milas, Turgutlu’da yaşamakta olan bir Rum ailenin 7 Eylül günü Kasaba’dan kaçışını şöyle aktarır:
“Aman Tanrım o ne cehennemdi öyle!” (Anna Hacisotiriu’nun tanıklığı)
“Aylardan Ağustos’tu. Kasabas Ovası’nda bulunan çiftliğimizdeydik. Kasabas’tan insanlarla dolu trenler geçiyordu. Ne olduğunu bilemiyorduk. Yunan Ordusu’nun geri çekildiğinden haberimiz yoktu. Durumu öğrenir öğrenmez biz de evimize döndük. 7 Eylül sabahı kalktığımızda her şeyi altüst olmuş bulduk. Kasabas santralı kapalıydı. İnsanlar kaçıyor, ancak ordu için erzak getireceklerini söylüyorlardı. Pazartesi sabahı kocam evden ayrılmıştı. Mahkemeye, vergilerle ilgili bir defteri teslim etmeye gitmişti. Koşup kız kardeşimi buldum. “Ne yapacağız, herkes kaçıyor?” dedim. Eve gidip denkleri hazırladık. Halılarımızı, birkaç parça da elbise aldık. Tam o sırada çiftliğimizde görevli kâhya geldi.
“Nereye gidiyorsunuz?” dedi. “Kaçıyoruz” deyince, “Tanrı tez elden kurtarsın” dedi.
Kız kardeşim, kâhyaya çiftlikte çalışan ırgatların gündeliklerini verdi. Elimizde 5 para olmadan yola koyulduk. Altın gibi üzümlerimizi sergilerde bırakıp kaçıyorduk. Aslında her şeyi bırakıp kaçıyorduk. Çünkü başıbozuklar geliyordu. Kaçmak için hazırlanmıştık ama neyle kaçacaktık. Trenler insanlarla dolu geçiyordu. Garda durmuyorlardı bile. Bütün bu insanlar nereye gidiyorlardı? Araba, at, at arabası yoktu. Ordunun kesin geri çekildiğini öğrenir öğrenmez evin kapısını çekip, varımızı yoğumuzu Kasabas’da bırakarak kaçtık. Binlerce insan Kasabas tren istasyonunda toplanmıştı. Bağrışmalar, ağlamalar. karışıklık, curcuna. Az sonra Anastatis de geldi. Tek mal varlığımız olan anahtarları onun elinde görünce beraberce ağladık. İzmir’e geldiğimizde altına sığınabilecek bir çatı arıyorduk.”2 --- SON
Yorumlar
Kalan Karakter: