7 EYLÜL…
Ali Şentürk'ün arşivinden
Sayı-1
7 Eylül Turgutlu’nun kurtuluş günü. Yanmış, yıkılmış Kasaba’ya Mustafa Kemal ve arkadaşları ile Türk askerlerinin girdiği gün. Turgutlu’nun 7 Eylül öncesi ve 7 Eylül günü yaşanmış acı öykülerle doludur. Bu acı anılardan birisini anlatmadan Turgutlu’nun kurtuluş gününü aktarmak pek doğru olmaz.
Yunan askerlerinin İzmir’e doğru kaçışı anında Turgutlu ateşler içindedir. Yangının başlamasıyla beraber Kasaba halkının birçoğu yollara düşer. Bu yangın ve kaçış anının da yaşanan acıları gören ve yaşayan dava vekili Şevki Bey’dir. Şevki Bey, yangın başlayınca durumun kötüleştiğini anlar. Bir gece Nif Çayı yakınında ağaçların ve asmaların arasında bulunan bağ evine sığınır, küçük penceresinden vahşeti görür. Bir küçük çocuğun süngülenişi onu çok etkiler. Aklını yitirir. Yangın sonrasında, bu bağ evinde gördüklerini, Turgutlu’ya gelen Soruşturma Kurulu’na anlatması istenir. Soruşturma Kurulu’nda, ünlü yazar, Yakup Kadri Bey de vardır. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Şevki Bey’in anlattıklarını “Milli Savaş Hikâyeleri” isimli eserine almıştır. Şevki Bey’in anlatımı şöyledir:
“Bütün gece, sabaha kadar yolun gürültüsünü dinledim. Otomobiller, atlar, arabalar coşkun bir sel gibi geçiyordu... Pencereyi açtım, başımı dışarıya uzattım: Tam bizim kulenin dibinde, beş-on kişi, bağ kütüklerini siper almış, sinmiş, oturuyor ve yavaş konuşuyorlardı... Bizim Kasaba’dandılar. Tanır gibi oldum. Fakat etraf ne kadar olsa karanlıktı. “Açık olsaydı girip saklansaydık” diyorlardı. Ah, ne sersemlik ne sersemlik. Kapımı kaçanlara açmış olsaydım belki o çocuk ta kurtulmuş olacaktı. Yavrucağın incecik bir sesi vardı. Ne kadar zayıftı. Aklım hep o çocukta. Hep o çocukta. Bir büyük adamın ölümüyle bir küçük çocuğun ölümü arasında ne fark var. Kır sakallı ihtiyarı gözümün önünde yere yatırıp bir koyun gibi bağırta bağırta boğazlamadılar mı? O kızın anasını bir çuval gibi sürükleye sürükleye alıp gitmediler mi? Lakin bunların hiç biri o çocuğun ölümü kadar müthiş heyecanlandırıcı değildi. Yavrucuk, “Teslim! Teslim” diye de bağırıyordu. Hiç teslim diyen çocuk öldürülür mü? Süngülü Yunan askerleri arasında bası açık kadınlar, sarıkları boyunlarına dolanmış adamlar, yalınayak çocuklar bir kasırganın yaptığı anaforlar halinde tozu dumana katarak koşuşuyorlardı. Bu kalabalığın arasında bazen yere düşenler oluyordu. Ben çıktıktan sonra yolun üstünde kaç tanesini rast geldim. Bir çocuk gibi büzülmüş yatan saçları kınalı nineler eli yarasının üstüne yapışmış kalmış, gözleri yarı açık yiğit delikanlılar gördüm. Lakin bunlar arasında en acıklısı o “Teslim! Teslim!” diye bağıran kız çocuğunun cesediydi. Anası elinden tutmuş koşuyorlardı. Tam bağın ortasına geldikleri zaman, Yunan askerlerini gördüler. Geriye dönüp geldikleri tarafa doğru koşmaya başladılar. O zaman yoldaki kalabalıktan bir süngülü gâvur ayrıldı. Düşe kalka, düşe kalka gidiyorlar. Lakin nereye? Arkalarından koşan yetişiyor. Elini uzatsa yavrucağın armut sapı kadar ince boynundan yakalayacak. Fakat buna hacet kalmadı. Çocuk anasının elini bıraktı, döndü, kollarını havaya kaldırdı. ”Teslim! Teslim!” diye bağırdı. Sekiz dokuz yaşında ya var ya yoktu. Bütün vücudu bir yaprak gibi titriyordu. Sesi bir civcivin, bir küçük kuşun sesine benziyordu. Birden gözlerinden yaşlar boşanıverdi. Onun süngülenişini bu yasların arkasından gördüm. Yavrucak vücuduna batan süngüden daha küçüktü. Birkaç defa, “Anne! Anne!” diye haykırdı ve ortasından kırılan ince bir dal gibi iki büklüm yere yuvarlandı.”1
(Devam edecek)
Yorumlar
Kalan Karakter: